Bilge Okuyucunun Bakış Açısı NOVEL - Bölüm 4
ÜCRETLİ SERVİS BAŞLIYOR (4)
İçimde bir kahkaha yükseldi. Doğru olup olmadığından emin olmak için gözlerimi kırptım. Dosyanın uzantısı .txt idi. Yani yazar bana… hediye olarak romanının bir kopyasını mı göndermişti?
~~~
[Özel nitelik elde ettiniz.]
[Özel nitelik sekmesi aktifleşti.]
~~~
Dosyayı açarken kulaklarım mesajın sesi ile doldu. Dünya ‘Hayatta Kalmanın Yolları’na dönüşmüşken bu şaşırtıcı değildi. ‘Hayatta Kalmanın Yolları’ndaki tüm hayatta kalanların özel nitelikleri ve yetenekleri vardı.
İçimden sessizce ‘Nitelik Penceresi’ diye seslendim. Edindiğim niteliği görmem gerekiyordu.
~~~
[Nitelik Penceresini şu anda açamazsınız.]
~~~
Ne? Bir kez daha ‘Nitelik Penceresi’ni açmayı denedim ama başarısız oldum.
Garipti. Önceden böyle bir şey var mıydı? Nitelik Penceresini kullanamazsam nasıl niteliklerim ve yeteneklerim olduğunu da göremezdim.
Kendini ve düşmanı tanımak kişiyi yenilmez kılar. Ama bırak düşmanı şu anda kendimi bile bilmez haldeydim.
Bir süre boşluğa baktıktan sonra pes ettim ve yazarın verdiği metni okumaya başladım.
~~~
[Özel niteliğin sayesinde okuma hızın arttırıldı.]
~~~
Niteliğimin ne olduğunu bilmesem de Hayatta Kalmanın Yollarının ilk kısmını okumam bir dakikadan kısa sürmüştü.
Buldum. Parmağımın durduğu yer romanın başlangıç kısmıydı. Ana karakterin trende aynı “hareketleri” sergilediği sahne.
[İnsanların 3707 numaralı vagonun arka kısmına toplandığını gördü. Elinde tuttuğu çakmağın taşı soğuktu.
Hayatı boyunca, hiçbir zaman hata yapmadı. Amacı için her şeyi göze alırdı.
İnsanların gözlerindeki korkuyu gördü. Ancak hiç pişmanlık hissetmedi.
Her şey uçuştu.
Acımasız gözlerle insanlara baktı. Bir süre sonra parmağının ucu hareket etti ve ateş yükseldi. Sonra her şey başladı.]
Sırtımdan aşağı tekrar tekrar soğuk sular döküldü. Rahatsızlığımın nedeni belli olmuştu.
“…3707.”
Ani bir refleksle bulunduğum vagonun numarasına baktım.
[3807]
Şu anda bulunduğum vagon ana karakterin bulunduğu vagonun hemen arkasındaydı. Ellerim yavaşta titredi.
…Dur bir saniye bu vagonda kaç kişi hayatta kalıyordu?
[3807 numaralı vagonun yarı saydam camından içeri baktı. Ama çok geçti. Kaçınılmaz olan gerçekleşmişti. Her neyse, vagonda sadece iki kişi hayatta kalmıştı.]
Sadece iki kişi hayatta kalmış. Yani iki kişi haricinde herkes ölmüş. Ve ben çoktan bu kişilerin kim olduğunu biliyordum.
Kafamı kaldırdım ve boş boş Yoo Sangah’a baktım. Belki o da ölecekti. Ben de.
“Dokja-ssi, bunu durdurmamız gerekmez mi?”
Yoo Sangah’ın işaret ettiği tarafta bir şey başlıyordu. Bir inleme sesi geldi. Genç bir adam yaşlı bir kadının önünde eğilmişti.
“Sikeyim, zaten bugün tadım kaçık bir bu ihtiyar nine inleyip duruyor! Sussana lan?”
Genç adam başından beri giriş kapısına yaslanan erkek bir öğrenciydi.
Zayıftı ve saçlarını beyaza boyamıştı. Okul üniformasının önünde adının yazılı olduğu bir yaka kartı asılıydı.
Kim Namwoon. Bu tanıdığım bir isimdi.
[Sadece Lee Hyunsung ve Kim Namwoon vagonda hayatta kalmayı başarmıştı. Ama fark etmezdi. Zaten sadece o ikisine ihtiyacım vardı.]
“Lan sana sus demedim mi?”
Sinirlenen Kim Namwoon ihtiyar kadının yakasını tuttu. Kadının güçsüz bacakları titredi. Kim Namwoon’un avucu havayı yardı.
Şak. Şak.
Normalde olsa birileri bunu durdururdu. Ama şu anda kimse kımıldamıyordu. Tokatların yerini yumrukların alması da uzun sürmedi.
“İ-imdat! K-ku-kurtarın beni!..”
Sert bir yumruğun insan etine çarpmasının çıkardığı sesi duyabiliyordum. Kim Namwoon’un etrafındaki bazı erkekler tereddüt etse de kimse öne çıkmadı. Şaşırtıcı şekilde ilk harekete geçen kişi Han Myungoh oldu.
[Gençlerin geldiği hale bak. Yazıklar olsun!..]
Ancak aşağılayıcı bir ses tonuyla aldığı yanıt şu olmuştu.
“Bayım, ölmek mi istiyorsunuz?”
“…Ne?”
“Hâlâ olayı anlamadınız değil mi?”
“Bu velet ne saçmalıyor be?”
Kim Namwoon cevap vermek yerine sadece güldü ve Han Myungoh’a küfretti. Eliyle metronun tavanını gösterdi.
“Şunu göremiyor musun?”
Tavanda holografik bir ekran oynuyordu.
[A-acı bana!]
[Aaaah!]
[Geber! Geber!]
Sadece tren ya da Daepong Lisesi değildi. Ülkenin her yanından ölen insanların görüntüsü vardı. Kim Namwoon konuşmaya devam etti.
“Hâlâ kafan basmıyor mu? Ordu bizi kurtarmaya gelmeyecek. Ve birileri ölmek zorunda.”
“S-sen ne diyorsun?..”
“Kimin ölmesi gerektiğini seçmeliyiz.”
Han Myungoh cevap veremedi. Bileğinin açık kısmındaki kıllar dikleşmişti.
“Haha. Ne düşündüğünü biliyorum. Yaşamak için ülkenizin vatandaşlarını öldürmek zorundasınız. Bu sadece orospu çocuklarının yapabileceği bir şey. Ama ne var biliyor musunuz, bu bizim kontrol edebileceğimiz bir güç değil. Çok da ötesinde. Öldürmezsek öleceğiz. Bizi kim suçlayabilir ki? Ahlaklı davranmak uğruna canınızdan mı olacaksınız?”
“Ş-şey…”
“Mantıklı düşünün. Bildiğiniz dünya sonra ereli çok oldu.
Han Myungoh’un omuzları titredi. Sadece Han Myungoh değildi. İnsanların gözlerinde parçalanmanın getirdiği izler okunuyordu. Herkesin zaten yerle bir olmanın eşiğindeydi. Kim Namwoon sadece çatlağa bir taş attı.
“Yeni dünya yeni kanunlar gerektirir.”
Kim Namwoon. Hayatta Kalmanın Yollarına en hızlı adapte olan adam.
Kim Namwoon önüne döndü ve yaşlı kadına vurmaya devam etti. Bu kez kimse onu durdurmaya kalkışmadı. Ne Han Myungoh ne diğer erkekler… ne de Lee Hyunsung.
Askerin yüzündeki boş ifadenin aksine yumrukları sıkı sıkıydı. Belki de çoktan kararını vermişti.
“Off… öldürmek zormuş. Daha ne kadar izleyeceksiniz? Geride mi kalmak istiyorsunuz?”
İnsanlar Kim Namwoon’un sözleri karşısında titredi. Yüz ifadelerini anlamak aynı ucuz bir romandaki cümleleri okumak kadar kolaydı.
~~~
[Önümüzdeki beş dakika içinde hiçbir ölüm gerçekleşmezse vagondaki herkes ölecek.]
~~~
İnsanların gözleri değişmeye başladı.
[Yaşlı kadın ölmezse beş dakika sonra biz öleceğiz…]
Gözlerinde en ilkel canlıların sahip olabileceği bir ifade vardı.
“Evet… bu dallama haklı. Öldürmezsek öleceğiz.”
İlk adam Kim Namwoon’a doğru koştu. Yere yığılan ve cenin pozisyonu alan yaşlı kadına tekme attı.
“Unuttunuz mu? Birisi ölmek zorunda! Ancak böyle yaşayabiliriz!”
“Ah siktir… bilemiyorum.”
İkinci ve üçüncü.
İnsanlar yaşlı kadının etrafını sardı. Mırıldanıp duran korkan adam. Telefonuyla olan biteni çeken üniversite öğrencisi. Çocuğun annesi ve Han Myungoh.
Hepsi birden yaşlı kadını linçleyip öldürmeye çalıştı.
“Geber! Geber artık!”
Ölüm cezasına çarptırılmış kişiye eşlik eden muhafızlar gibilerdi. Mahkumu kimin öldürdüğü belli olmasın diye aynı anda manivelayı çeken muhafızlar.
Ve ben de tüm bu yaşananları izliyordum. Öylece dikilmiş, aynı başka bir dünyada yaşananları izler gibiydim.
Adını bilmediğim yaşlı kadın zaten yaşamayacaktı. Orijinal senaryoda yaşlı kadın ölmüştü. Bu yüzden.. ölümü izlemek bir günah değildi.
O anda Yoo Sangah ayağa kalktı.
“Öldürüleceksin.” Bir refleksle bileğini tuttum. “Sana kıpırdama demiştim.”
Tuttuğum kolu titriyordu. Yoo Sangah yumruğunu sıktı ve titremesini bastırmaya çalıştı.
“Biliyorum, biliyorum!..”
“Yoo Sangah-ssi, eğer şimdi gidersen öleceksin.”
Yoo Sangah’ın gözleri korku ile titredi. Buna rağmen…
O anda farkına vardım. Hikayenin türü değişse de bazı insanlar hâlâ parlıyordu.
“Yoo Sangah-ssi. Otur.”
Ama hikayeyi değiştirecek kişi Yoo Sangah değildi. Yoo Sangah bu dünyanın ana karakteri değildi.
“Ha? Ama-“
“Bir kereliğe mahsus dediğimi yap. Sonrasında karışmayacağım.”
Yoo Sangah’ı zorla koltuğuna oturttuktan sonra derin bir nefes alıp etrafıma baktım. Sırtımı dikleştirip nefesimi verdim. Yavaşça bileklerimi gevşettim.
Aslında öne çıkmak için hâlâ erkendi. Asıl planım bu değildi.
“…Dokja-ssi?”
Gözlerim insanları tararken cevap vermedim. Yaşlı kadını öldürmeye çalışan insanları.
Kim Namwoon’dan korktuğum ya da insanlığımı kaybetmediğim için yerimde durmuyordum.
Sadece bekliyordum. Harekete geçmem gereken anı. Böylece…
Baaaam!
Şimdi.
“Ahh! Ne?”
Patlama sesi kulaklarımı doldurdu ve tren sarsıldı. İnsanlar çığlık attı. Vagonun sağ ön köşesinden dumanlar yükseliyordu. Başlamıştı. ‘O’ harekete geçmişti.
Sağ ayağımla olabildiğince sert şekilde yere basarak atıldım. Çığlık atan ve ağlayan insanların arasından geçip yaşlı kadına ulaştım.
“Ne? Aaaaah!”
Kim Namwoon benimle birlikte yere yığıldı ve bağırdı. İlk bakışta yaşlı kadını kurtarıyormuşum gibi görünse de hedeflediğim şey o değildi.
Neredeydi? Etrafı hızla taradım.
Patlama yüzünden birisi yaşlı kadının üstüne düşmüştü. Tüm bu cehennemin ortasında ağlayan bir çocuktu. Az önce elinde böcek ağını tutan çocuk.
“Affedersin.”
Ağı çocuğun elinden aldım.
Elimi içine atınca çekirgelerin sert kabuğu parmak uçlarıma değdi. Bir tane çıkardım ve çocuğun eline verdim. Sonrasında insanlara döndüm.
“Herkes dursun. Yaşlı kadını öldürseniz bile hayatta kalamayacaksınız.”
Sesim patlamanın ardından oluşan geçici sessizliğin içinde şaşırtıcı derecede net çıkmıştı. Birer birer insanların gözü üstüme çevrildi.
“Hadi diyelim yaşlı kadını öldürdünüz. Sonra?”
Şaşırmış suratları iyiye işaretti. Devam ettim.
“Yaşlı kadının ölümü dokkaebi tarafından “ilk ölüm” olarak kabul edilecek ve biraz zaman kazandıracak. Peki ya sonra?”
“Ah..”
“Eğer dokkaebinin dedikleri doğruysa birbirinizi öldürmek zorundasınız. O halde yaşlı kadından sonra kimi öldüreceksiniz? Yanınızdaki kişiyi mi?”
Sözlerimi duyan herkes birbirinden uzaklaşmaya başladı. Gözleri dehşet doluydu. Aslında, hepsi biliyordu. Yaşlı kadın sadece başlangıçtı.
Kim Namwoon tereddüt dolan atmosferi fark etti.
“Haha, neden endişeleniyorsunuz? Yanınızda kim varsa gebertin! Korkaklar. Sonrasında olacaklar için endişelenmeyin! Artık herkes eşit!”
Kim Namwoon’un böyle bir şey söyleyeceğini biliyordum. Elimi sallayarak sözünü kestim.
“Bunun kumarına girmeye gerek yok. Katil olmadan da hayatta kalmanın bir yolu var.”
“Ne?”
“Ne dedi?”
İnsanlar bir anda hareketlendi. Kim Namwoon’un suratı düştü.
“Unuttunuz mu? Senaryoyu tamamlama şartı “bir insanı öldürmek” değildi.”
Bir çoğunun kafası hâlâ karışık olsa da birkaç durumu anlamaya başlamıştı.
~~~
[Bir ya da daha fazla can al.]
~~~
Aynen öyle. Başından beri senaryonun içeriği ‘insanlar’ ile kısıtlanmamıştı.
Bir ya da daha fazla can al. Başka bir deyişle yaşayan her şey olabilir. Kıvrak zekalı birisi elimdeki böcek ağını işaret etti.
“Böcekler! Böcekler!!”
Çekirgeler ağın içinde zıplayıp duruyordu. İnsanların gözleri parlıyordu. Başımı onaylarcasına salladım.
“Aynen öyle. Böcekler.”
Elimi ağın içine atıp bir çekirge çıkarttım. Öncekine göre daha tombuldu.
“O-onu bana ver! Çabuk!”
“Bir tane! Sadece bir tane yeter!”
Yaklaşan insanları görünce geriye doğru adım attım. Yaşlı kadını öldürmeye çalışanların patlayıcı deliliğini üstüme çekmiştim. Buna rağmen yüzümde bir gülümse vardı. Neden? Bu nefeskesen durumun içinde bile kalbim neden neşeyle atıyordu?
“İstiyor musunuz?”
Ağı bir hayvanı provoke etmek ister gibi salladım. Bir çok sabırsız insan üstüme atladı.
“O zaman yakalayın!”
Elimdeki çekirgeyi ezdim.
~~~
[‘İlk öldürme’ başarımını elde ettin!]
[Ek ödül olarak 100 jeton kazandın.]
~~~
Aynı anda Yaşlı kadın ve kalabalığın toplandığı alanın ters köşesine doğru elimle ağı olabildiğince sert şekilde fırlattım.
“Bu çılgınlık!”
Böcekler ortalığa saçıldı ve özgürlükleri için zıplayabildikleri kadar yükseğe sıçramaya başladılar.
ÇEVİREN: LOUD