Bilge Okuyucunun Bakış Açısı NOVEL - Bölüm 6
KISIM 2 – Ana Karakter (1)
Metro Dongho Köprüsünün yarısında durdu.
“Aman tanrım…”
Hayatta kalanların birkaçı ayağa kalktı ve dışarıdaki manzaraya baktı. Harap olan Seul ve yıkılmış binalar. Devasa bir yılanı andıran canavar Han Nehrine çakılmış bir savaş jetinin enkazını yiyordu.
“B-bu da ne lan?!”
Ne olduklarını tek seferde anladım. İhtiyozorlar*. Deniz yılanı olarak da bilinen bir canavar. Sonraları Hayatta Kalmanın Yollarında Kademe 7 canavar olarak sınıflandırılacaktı.
ÇN: İhtiyozor*: İhtiyozorlar, Mezozoik dönemde yaşamış deniz sürüngenleriydi. Köpekbalıklarına veya yunuslara benzerlerdi.
İhtiyozorlardan birisi bulunduğumuz yöne baktı.
“A-aaah! Geliyor!”
İnsanlar korku ile çığlık attılar. Ama ben kayıtsızca izledim. Bu şeyler tehdit değildi.
Kururung!
İhtiyozor Dongho Köprüsü’nün altında daireler çizerek suyun altında kayboldu.
‘Hayatta Kalmanın Yolları’nda ‘senaryo’lar her şeyin üstünde tutulurdu. Senaryo tarafından korunduğumuz sürece böyle canavarlarla doğrudan yüzleşmek zorunda değildik. En azından şimdilik.
~~~
[Ödüllerin hesaplanması senaryodaki beklenmedik değişiklikten dolayı ertelendi. Lütfen bekleyin.]
~~~
Ödüllerin şimdiye dek dağıtılması gerekiyordu ama havada sadece hata mesajı vardı.
Muhtemelen benim yüzümdendi. Aşağı, Kim Namwoon’un bedenine baktım. Kafası olmayan bir ceset vardı.
Orijinal Hayatta Kalmanın Yolları’na göre Kim Namwoon vagonda en çok insanı öldürüp sonraki senaryoya geçiş yapan kişiydi. Ama ben buna engel oldum.
Eğer haklıysam Kim Namwoon’un ölümüne sinirlenenler ortaya çıkacaktır. Burada mı? Hayır. Onlar gökyüzünün de ötesindeler.
~~~
[Kim Namwoon’un ölümü yüzünden iki takımyıldızı sana karşı hafif düşmanlık besliyor.]
~~~
Takımyıldızları. ‘Hayatta Kalmanın Yolları’nda bulunan uzak nebulalarda oturmuş bizleri seyreden ve tüm bu trajedinin arkasındaki gizemli varlıklar.
Takımyıldızının tercih işareti göründüğünde artık ciddi şekilde başladığımızı fark ettim.
Komikti. Bir gün öncesine kadar konumlarımız tam tersiyken şimdi onlar beni seyrediyordu.
~~~
[Bir avuç dolusu takımyıldızı senaryona hayranlık duyuyor.]
[Takımyıldızları sana 500 jeton hibe etti.]
~~~
Benden hoşlanmayanlar kadar seven takımyıldızları da var. Her şekilde bu rahatsız edici bir durum. Ancak şimdilik bu konuda bir şey yapamam. Şimdilik onları eğlendirmekle sorumluydum.
Yerden Kim Namwoon’un İsviçre çakısını aldım ve düşündüm.
‘İstediğiniz gibi seyredin. Günün sonunda hepiniz giriş ücretini canlarınızla ödeyeceksiniz.’
“…Dokja-ssi, iyi misin?”
Kafamı kaldırdım ve Yoo Sangah’ın yüzünü gördüm. Omuzları düşmüştü. Beyaz bluzü kanla kaplanmıştı ve çorabı yırtılmıştı. Tanıdığım Yoo Sangah gitmişti. Elini tuttum ve konuştum.
“Özür dilerim, yaşlı kadını kurtaramadım.”
Kafası artık yerinde olmayan yaşlı kadının cesedine baktım. Adını bilmiyordum ve gelecekte bir çok insanın bu şekilde öleceğinin farkındaydım.
Yoo Sangah bana anlamlandıramadığım bir bakış attı.
“Dokja-ssi nasıl bu kadar…”
“Evet?”
“Ah, yok bir şey. Aslında… teşekkürler.”
“Anlamadım?”
“Şey, ben…”
Sonradan az önce yaşananları hatırladım. Ağı Yoo Sangah’ın olduğu tarafa atmıştım. Ne düşündüğünü biliyordum.
“Sadece bir tesadüftü. İkinci kez olmayacak.”
“Ah…”
Yoo Sangah sessizce başını salladı. Gerçeği bilmiyordu ama akıllıydı. Ne demek istediğimi anlamıştı. Birileri tercihlerim yüzünden ölürken birileri hayatta kalmıştı. Hayatta kalan kim olursa olsun teşekkürü hak etmiyordum.
[Vay canına, inanılmaz.]
Dokkaebi havada ortaya çıktı.
[Ben diğer vagonları izlerken burada neler neler olmuş…]
Dokkaebinin yüzünde şaşkınlıkla karışık memnuniyet okunuyordu. Parıldayan yıldızlar dokkaebinin başının etrafında süzülüyordu.
Yıldızları saydım. Bir, iki, üç… yirmi, yirmi bir. Toplamda yirmi bir tane. Mutlu olmalıydı.
[Tam 21 takımyıldızını kanalımda ağırlıyorum… haha, çok iyi değil mi? Vay be, bağışlarınız için teşekkür ederiz kıymetli takımyıldızları. Haha, millet! Değerinizi doğru düzgün kanıtladınız mı?]
Yıldız sayısı kanala bağlanan takımyıldızı sayısını temsil ediyordu.
21 büyük bir sayı değildi ama acemi bir dokkaebi için fazlasıyla yüksekti.
[Amma çok hayatta kalan varmış. Yan vagondaki eleman da çetin cevizdi… Görünüşe bakılırsa işler bugün epey ilginç hâl alacak.]
Dokkaebi havada bir şeyleri değişitirdi. Bir an sonra hayatta kalanların listesi göründü.
~~~
[Bulgwang’a giden 3434 Numaralı Trende Hayatta Kalanlar: Vagon 3807: Kim Dokja, Lee Hyunsung, Yoo Sangah, Han Myungoh ve Lee Gilyoung. Toplam 5 kişi.]
~~~
Beş kişi. Düşündüğümden fazlası hayatta kalmış. Yaşayanların yüzlerini teker teker inceledim.
Lee Hyunsung’un harika bir fiziği ve motor yetenekleri vardı. Bu yüzden onun hayatta kalacağını tahmin etmiştim. Hatta Yoo Sangah’ın kurtulmasını bile ihtimal dahilinde tutmuştum.
Bir de Lee Gilyoung var. Eğer tahminlerimde yanılmıyorsam yanımda duran çocuğun adı ‘Lee Gilyoung’. Parçaladığı çekirgeden akan sıvılar hâlâ elindeydi.
Çocuk başı artık yerinde olmayan annesinin cesedine bakıyordu. Annesi oğlunu terk edip diğerleri ile birlikte yaşlı kadını öldürmeye çalışmıştı. Çocuk olan biteni başından sonuna kadar izlemişti.
Omzuna dokunmadan önce bir an tereddüt ettim. Sempati duyduğumdan değildi. Basitçe bu…
Evet. İkiyüzlülüktü.
“Çocuk.”
Çocuk yüzünü yavaşça bana çevirdi. Hayatında ilk defa ölümle burun buruna gelmenin yaşattığı korku gözlerinde okunuyordu.
Kaçınılmaz içgüdüler. Bu çocuk annesinin ölümü için üzülmemişti. Kendi ölümünden korkmuştu. O da bir insandı.
“Yaşamak istiyor musun?”
Gözleri stresle titredi. Karşı koyamadığı bir güç tüm vücuduna elektrik vermiş gibiydi. Sonra yavaş yavaş başı hareket etti.
“O zaman birlikte gidelim.”
Lee Gilyoung yavaş da olsa hareket etti ve bacağıma yanaştı. Yoo Sangah beni etkilenmiş bir ifade ile izliyordu. İstemeden bir başka yanlış anlaşılmaya yol açmıştım. Aslında dışarıdan tam olarak bu şekilde görülmek istiyordum ama hedefim Yoo Sangah değildi.
~~~
[Birkaç takım yıldızı iyi niyetinden etkilendi.]
[Birkaç takımyıldızı sana 200 jeton hibe etti.]
~~~
Aşağılıkça bir hareket olduğunu düşünmeden edemedim ama ben de yaşamak istiyordum.
Yaklaşan büyük etkinlikleri de düşününce takımyıldızlarının dikkatini çekmek şu anda önemliydi.
“B-bizi bırakacak mısın artık? İstediğini almadın mı?”
Kargaşanın yüzünden paramparça olmuş kıyafetlerin içindeki Han Myungoh beş adım uzaktan bağırdı. Müdür Han Myungoh. Şanslı bir adamdı.
Ama merak etmeden duramadım. Bu kadar parası varken Han Myungoh’un metroda ne işi vardı? Sonuçta burada kısa zaman önce satın aldığı son model Mercedes Benz’i ile caka satan bir adamdan bahsediyoruz.
[Hmm? Bırakmak derken? Dışarının halini görmediniz mi? Cidden oraya mı gitmek istiyorsunuz?]
Dokkaebi kıkırdadı.
[Doğrusu hayran olmadım değil. Aslında bu vagondan çok bir ümidim yoktu ama ilk senaryoyu tamamlamayı başardınız. Sanırım bu böceklerin bile hayatta kalmayı hak ettiğini kanıtlar.]
Sözleri bize yerimizi hatırlatmıştı. Belki de onun gözünde çekirgelerden farkımız yoktu.
[Hadi bakalım, onca zorluğun üstesinden geldiniz. Bir ödülü hak ettiniz, değil mi? İlk senaryo ödülü olarak ‘takımyıldızlarından’ sponsorluk alabileceksiniz. Vuhuuuu! Nasıl ama? Harika değil mi? Hmm, ne bu ifadesiz suratlar şimdi? Bundan daha iyi teklif bulamazsınız.]
Verilen tepkiler çok normaldi. ‘Takımyıldızı’ ve ‘sponsorluk’ kavramlarını bilen tek kişi bendim.
Takımyıldızı sponsorluğu. Aslında ne olduğu adından anlaşılıyor. Hayatta Kalmanın Yolları’nda anahtar etkinliklerden birisi olan ‘Sponsor Seçimi’ başlamak üzereydi.
[Hmm, hepinizin kafası karışmış gibi görünüyor. Basitçe anlatırsak, şu anda korkunç derecede zayıfsınız. Bu şekilde senaryolara katılacak olursanız yerde sürünen farelerden farkınız kalmaz anında ölür gidersiniz. Neyse ki evrendeki bazı yüce gönüllü varlıklar halinize acıyıp size sponsor oluyorlar. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz?]
Lee Hyunsung daha fazla dayanamamış olacak ki ağzını açtı.
“Ne demek istiyorsun? Kim kime sponsor oluyor…”
[Hmm, anlattıklarım bir kulağından girip diğerinden çıkmış belli ki. Güney Kore’de eski bir deyiş yok muydu? Yüz kere anlatacağına bir kere göstermek daha iyidir. O yüzden direkt görün bakalım. Gerçi, daha az şanslı olanlarınız hiçbir şey kazanamayadabilir. Hahaha!!]
Gerilmiştim. Şu anda yapılacak iyi bir tercih gelecekte hayatta kalma ihtimalimi arttırırdı.
“Dokja-ssi? Önümde iki garip seçenek belirdi…”
“İyi soruyorsun da ben nasıl bileyim…”
Şüphelerden kaçınmak için yalan söylemem doğaldı. Bu arada, demek iki takımyıldızı onu seçmiş bile. Yoo Sangah epey şanslı.
“İçgüdülerine göre hareket et. Bunu bir tür yetenek testi gibi düşün.”
“Yetenek testi…”
“Kimse ne olup bittiği bilmiyor zaten. Rahat davranmaktan başka ne yapabilirsin ki?”
“Ah… anladım.”
Yoo Sangah dudaklarını birleştirdi ve boşluğa bakmaya başladı. Sanki çok ilginç bir şeyle karşılaşmış gibi yüzünde düşünceli bir ifade vardı.
Diğerleri de aniden sessizleşti. Herkes onlara sunulan seçenekleri düşünüyordu. Benim de bir seçim yapmam gerekliydi.
~~~
[Sponsor Seçimi]
Lütfen istediğiniz sponsoru seçiniz.
Seçtiğiniz sponsor en büyük destekçiniz olacak.
-Abisal Kara Alev Ejderhası
-Ateşin Şeytanvari Yargıcı
-Gizemli Entrikacı
-Altın Başlığın Esiri
~~~
Dört seçenek de bulmaca gibiydi. Ama bu aynı zamanda dört farklı takımyıldızının beni cisimleşeni olarak seçmek istediğini de gösteriyordu.
Dört seçenek Hayatta Kalmanın Yollarının ana karakterinin ilk seferinde 5 seçenek elde ettiğini düşünürsek hiç de fena olmayan bir sayıydı.
Takımyıldızları asla gerçek isimlerini açıklamazdı. Bu yüzden anlaşmacıların takımyıldızının kimliğini “abisal”, “şeytani” ve “bahçe” gibi sıfatlardan tahmin etmesi gerekirdi.
Elbette Hayatta Kalmanın Yolları’nın tek okuyucusu olarak bu bulmaca benim için işten bile değildi.
Bakalım.
Önce ‘Abisal Kara Alev Ejderhası’ var.
Hatırladığım kadarıyla bu takım yıldızı Kara Bulut olarak bilinen bir grup takımyıldızına liderlik eden güçlü bir takımyıldızıydı. Gerçek adını unutsam da kesinlikle çok uzun bir şeydi.
Bu takımyıldızının avantajı cisimleşenine çok güçlü saldırılar yapabilme kabiliyeti tanımasıydı. Dayanıklılık ve gücün ön planda olacağı ilk günlerde ‘Abisal Kara Alev Ejderhası’ kadar güçlü başka hiçbir takımyıldızı yoktu.
Elbette başlangıçta birçok şey kısıtlıydı. Takımyıldızının gücü ne kadar sık kullanılırsa cisimleşenin zihni de bir o kadar yozlaşıp kararır ve bir noktadan sonra zıvanadan çıkmış bir katile dönüşürdü.
Bu takımyıldızı genellikle ‘chuuni’ niteliğine sahip kişileri kendine seçerdi… Neden beni seçtiğini bilmiyordum. Rahatsız hissettiğim için onu eledim.
İkincisi, Alevin Şeytanvari Yargıcı.
Bu seçeneği gördüğümde gözlerime inanamadım.
İlk bakışta ismi uğursuzluk yayıyormuş gibi görünebilir. Ama bu aslında dikkatsiz olanlar için bir tuzaktan ibaret. ‘Şeytanvari’ kavramı aslında onun bir ‘şeytan’ olmadığı anlamına geliyor. Sonrasında ise ‘alev’ ve ‘yargıç’ sıfatları eklenmiş.
Şeytan olmayan ve yargılarını alevler aracılığı ile veren bir varlık. Çelişkili bir şekilde bu takımyıldızının efendisi aslında bir melek.
Hatta tam olarak söylersek bu kişi, Baş Melek Uriel’den başkası değildi… Aslında onu hatırlıyor olmamın nedeni romanda bir yerde birisinin bu takımyıldızını seçmiş olmasıydı.
Oldukça iyi bir seçim olabilirdi. Bunu bekletebilirdim. ‘Mutlak İyilik’ dayatan takım yıldızlarının devasa boyutlardaki güçlerini kullanabilmek için saçma sapan kısıtlamalar ve şartlar bulunuyordu.
Üçüncüsü, Gizemli Entrikacı. ‘Hayatta Kalmanın Yolları’nın tek okuyucusu olarak bu ismi ilk defa görüyordum.
Geçmişte belki bahsedilmişse bile şu anda hatırlamıyordum. Hayatta Kalmanın Yollarını bir kez daha okuyabilseydim bu takımyıldızının ne olduğuna dair bir fikir yürütebilirdim.
Ama bu takımyıldızının güçlü bir varlık olmadığından emindim. Niteleyicisinin bu kadar bariz olması bir yana düzgün ‘sıfatı’ yoktu.
Gizemli Entrikacı. Bir takımyıldızı için fazla basitti. Bunu da bekleme listesine alabilirdim.
Son olarak, Altın Başlığın Esiri.
Dördüncü seçeneği gördüğümde kalbim yerinden çıkacaktı desem yalan olmaz. Bu takımyıldızını erken safhada görmeyi kesinlikle beklemiyordum. Birkaç kez hayal görüp görmediğimden bile şüphelendim. Ama kuşkusuz karşımda ‘Altın Başlığın Esiri’ duruyordu.
İlk bakışta, ‘esir’ kelimesi yüzünden adı negatif bir imge uyandırsa da dikkat edilmesi gereken kısım ‘Altın Başlık’.
Altın başlık. Evrendeki en küçük hapishane.
Çocukluğunda ‘Batıya Yolculuk’u okuma fırsatı bulmuş herkesin fark edebileceği bir ipucu. Doğudan batıya yaptığı seyahati boyunca Altın Başlık tarafından esir tutulan tek bir mahkum var.
Başındaki prangalar yüzünden acı çeken ‘Çiçek ve Meyve Dağlarının Efendisi’. ‘Alev alev gözlerindeki altın bakışları’yla Yakışıklı Maymun Kral.
Cennete Kafa Tutan Kadim Bilge, Sun Wukong.
Romandaki karakterlerden birisi Sun Wukong tarafından destekleniyordu.
Yüzlerce cisimleşeni tek bir savuruşta yere serecek bir o kadarını tek bir yıldırım ile öldürebilecek harikulade bir güç.
Yazar bu kısmı o kadar keyifli ve enerjik bir şekilde anlatmıştı ki hâlâ dün gibi anımsıyorum.
Neden böylesine güçlü bir takımyıldızı bana ilgi duydu bilmiyorum ama eğer Cennete Kafa Tutan Kadim Bilge’nin cisimleşeni olursam yeni dünyada herkesten daha kolay hayatta kalabilirdim.
Ama…
Önümdeki vagonla bağlantılı olan kapıya baktım. Kapının ardında ‘O’ da aynı benim gibi seçim ekranına bakıyordu.
Cennete Kafa Tutan Kadim Bilge’yi seçseydim… O’na karşı kazanabilir miydim?
~~~
[Sponsor seçimi 1 dakika içinde sona erecek.]
~~~
Zaman tükeniyordu. Hafif bir nefes aldım ve seçeneklerimi inceledim. Endişelerim uzun sürmedi.
ÇEVİREN: LOUD
[BÖLÜM SONU NOTU]
**Batıya Yolculuk Hakkında:
Batı’ya Yolculuk Çin edebiyatının Dört Büyük Klasik Romanından biridir. Aslı 1590’larda, Ming Hanedanlığı döneminde, anonim bir şekilde yayımlanmıştır. Her ne kadar yazarının kimliğine dair doğrudan bir kanıt bulunmasa da 20. yüzyıldan bu yana yazarının Wú Chéng’ēn olduğu kabul edilir.
Roman Tang Hanedanlığı zamanında Budist rahibi Xuanzang’ın Hindistan’a doğru sutra olarak anılan Budist dinî metinlerini edinebilmek için giriştiği hac yolculuğunun etrafında gelişen efsanelerin kurgusal bir anlatısıdır. Bodhisattva Guddayin, Buda’dan aldığı emirle, bu görevi rahibe ve müridi görünümündeki üç koruyucusuna (Sun Wukong, Zhu Bajie ve Sha Wujing) ve bunlarla beraber Xuánzàng’ın bineği olarak görev alacak bir ejderha prense vermiştir. Bu dört karakter geçmiş günahlarının istiğfarı için rahibe yardım etmeyi kabul ederler.
**Baş Melek Uriel Hakkında;
Uriel’in adı “Tanrı benim ışığımdır”, “Tanrı’nın Ateşi”, “Tanrı’nın Alevi” ve hatta “Tanrı’nın yüzü” anlamına gelir. Ateşle olan bağlantısında, belirsizlik, aldatma ve karanlığın ortasında bilgelik ve gerçeğin ışığını parlatır. Bu, duyguları kontrol etmeye, öfkeyi serbest bırakmaya ve endişenin üstesinden gelmeye kadar uzanır.
Uriel diğer başmeleklerle aynı onurları paylaşmaz ve Mikail (savaşçı), Cebrail (haberci) ve Raphael (şifacı) gibi belirli bir şeyden sorumlu değildir. Uriel’in marjinal bir konumu olduğu ve sadece arka planda göründüğü düşünülebilir.
Bir bilgelik meleği olarak görülmesine rağmen, Uriel’in vizyonlar ve mesajlar veren bir ses olarak hareket etmesi dışında kesin bir görüntüsü yoktur. Ancak en önemli eylemlerinden ve amaçlarından bazılarını tanımlayan başka apokrif metinler de vardır.
Bilgeliğin meleği olması, ilişkisinin düşüncelerin, fikirlerin, yaratıcılığın ve felsefenin kök saldığı zihinle örtüştüğü anlamına gelir. Bu baş melek insanlığa kendisine değil, yalnızca Tanrı’ya ibadet etmelerini hatırlatır. Uriel rehberlik sağlar, engelleri kaldırır ve özellikle tehlike mevcut olduğunda koruma sağlar.