Death Is The Only Ending For The Villain - Bölüm 1
Giriş.
Her şey mükemmeldi.
Tek yatak odalı bodrum katı dairesinin önceki evimdeki banyo büyüklüğünde olmasına aldırmadım. Ve yakın bir zamana kadar, geçinmek için bir işe mecbur olmam gerçeği de bir sorun değildi. Her şey mükemmeldi çünkü eskiden “yuva” dediğim o cehennem gibi evden sonunda kaçtım. Nihayet özgürlüğüme kavuştum. Sadece bu yalnızlıkla hayatımın geri kalanı boyunca mükemmel bir şekilde mutlu olabilirdim. Ama bu uzun sürmedi.
“Sana herhangi bir karışıklık çıkarmadan, bir fare gibi sessiz sedasız yaşamanı söylediğime çok eminim; hatta o kadar sessiz ol ki nefes aldığın bile duyulmasın demiştim” dedi.
Nefret dolu bakışları, sanki iğrenç bir böceğe bakar gibi bana odaklanmıştı. Başımı eğik tuttum.
“Veliaht Prensin dönüşünü kutlayan şölende olay çıkarıp kuduz bir köpek gibi davranmışsın.” Vahşeti ve ölümü vaat eden soğuk, öldürücü bakışlara aşinaydım. Bu evde bana sık sık atılan bakışlardı. Aşina olsam da bunu tekrar yaşamakta rahat olduğum anlamına gelmiyordu.
“Aklından ne geçiyordu?” adam devam etti. Havası o kadar bunaltıcı ki zar zor nefes alabiliyordum. Dudaklarım korkudan titriyordu. O anda, önümde beyaz bir metin kutusu belirdi. Kelimelerin satır satır yazıldığını görebiliyordum.
Nereden bileyim?
Bilerek yapmadım.
(Acınası bir ses tonuyla) Şey… Im, bu…
Bu bir… rüya mı? diye düşündüm. Neredeyse kelimeleri yüksek sesle söylüyordum ama yapamadım. Sanki boğazım düğümlenmişti. Ses çıkaramadım!
“Konuşsan iyi olur.” Sessiz kaldığım için önümdeki adam beni tehdit ediyordu. Öldürücü havası öyle güçlü ki tenimde hissedebiliyordum.
Neredeyim ben? Bu adam kim? Uyuyakaldıktan sonra daha yeni uyandım! Bunun ne olduğunu bilmiyorum ama bir cevap vermezsem ölebilirim! Çok düşünmeden beyaz kutucuğun içindeki 3 numaralı seçeneği seçtim.
“Şey… Im, bu…” kutucuktaki aynı sözler dudaklarımdan istemsiz olarak döküldü, kendi sesim üzerinde kontrolüm yoktu. Ne? Bu da ne?! diye düşündüm. Kendi hareket ve sözlerimden ağzım açık kaldı. Şu anki duruma anlam veremiyordum. Uyandığımda bilmediğim bir yerdeydim ve kendimi ölümcül bir niyeti olan bu yabancıyla yüz yüze buldum. Tek bir açıklama bile aklıma gelmiyordu.
“Şey, ım, bu… sırada ne var?” korkutucu bir bakışla ısrar etti. Eksik cevabımı beğenmemiş gibi görünüyordu. O sırada kutucukta yeni cümleler belirdi.
1 – Özür dilerim, bir dahaki sefere gereğine uygun hareket edeceğim.
2 – Tüm bu olayı başlatan kişi aptal bir hizmetçiydi.
3 – O aşağılık yaratıklar bana alçakça davrandı. Bana, Eckart’ın tek kızına!
Şu anda oyalanacak ve neler oluyor diye düşünüp taşınacak vakit yoktu. İçinde bulunduğum durumu göz önüne alarak verebileceğim en iyi cevabı hızlıca seçtim.
“Özür dil-“ sözümü bitiremeden beni kesti.
“Eğer bu basit bir özürle bitecek bir şey olsaydı, şu anda gelmiş birbirimizin önünde durmazdık.” Onun sert sesiyle kalbim atmayı bıraktı. Bedenimi kendiliğinden kıvrıldı, başım eğikti.
“Penelope Eckart,” soğuk bir ses tonuyla devam etti. Penelope Eckart? İsim her nedense tanıdık geliyordu.
“Ceza olarak, “Eckart” ismimizi bir müddet senden alıyorum.”
Bu replik ve isim çok tanıdıktı. Hızla başımı kaldırdım. Önümdeki adamın yüzünü şimdi açıkça görebiliyordum. Yataktan biraz uzakta duran adam beklenildiği gibi o ev halkından birisi değildi ama daha önce hiç görmediğim bir yabancıydı. Okyanus mavisi gözleri, obsidiyen karası saçları vardı. Kafasının üzerinde telefonun pil çubuğunu andıran uzun bir çubuk vardı, içerisinde parıldayan beyaz bir kelime yazılıydı- İlgi.
Şu andan itibaren seni gözaltına alıyorum. Sadece şölenlere katılman değil, ayrıca odandan çıkman da yasak. Pişmanlık duyarken yaptığın hatayı ve pişmanlık duyarken bundan sonra nasıl davranman gerektiğini düşün.” Ona yalnızca sessizce bakabiliyordum. Ne hata yapmışım ki?
“Neye bakıyorsun?” dedi kaşlarını çatarak. “Neden gözlerimden kaçınıp başka bir yere bakıyorsun?” sözlerine dikkat etmek yerine başka bir şeye bakmamdan memnun değildi. Ama tepki vermedim. Sadece kafasının üstündeki çubuğa bakabiliyordum.
[İlgi %0]
Olamaz… diye düşündüm. Gözlerimin bana gösterdiği şeyi reddederek fark etmeden başımı birkaç kez salladım. Bu cidden inanılır gibi değildi; gerçekten, sahiden.
“Akıl hastalığınla ilgili dedikodular doğru olmalı.” Dedi tükürürcesine. Bir müddet bana baktıktan sonra aniden döndü. Sanki benimle bir saniye daha aynı yerde olmaya midesi kaldırmıyormuş gibi hızlı, uzun adımlarla yapıya doğru yürüdü. Yalnızca benden uzaklaşan [İlgi %0]’ı izleyebiliyordum.
Ne hata yaptım? diye düşündüm. Geri giden şahsiyetin arkasına bakarken neler olduğunu anlamaya başlayabiliyordum. Ama bunu yapmadan önce, üstümde kötülükle dolu olan bir havayla başka birisinin gözlerini hissettim.
Gözlerim, odada kapının gölgesinde kollarını göğsünün üstünde bağlamış duran başka bir adamı seçti. Aynı az önce giden adamınki gibi okyanus mavisi gözleri ve narin bir gül gibi pembe saçları vardı. Orada kibirle sırıtarak dikiliyordu.
[İlgi %-10]
Kelimeler genç adamın üstünde beyaz beyaz parıldıyordu. Üstelik eksilerde!
“Aptal şıllık. Oh olsun.” Güzelim yüzünden böyle çirkin sözler çıkıyordu. Siyah saçlı adamı takip ederek odadan ayrıldı, çıkarken kapıyı çarptı.
Sonunda yalnız düşünecek vaktim vardı, kafam hiçbir şey almıyordu. O kadar şaşkınlık içindeyim ki düzgün düşünemiyordum ve neler olduğunu hiç anlayamıyordum. Birkaç dakika sonra kendime gelmeye başladım. Bu oda ve o iki adam bir şekilde tanıdık geliyordu.
“Bu bir yalan değil mi? Ama imkanı yok.” Yalnız kaldığımda nihayet özgürce konuşabiliyordum fakat o anda fark etmemiştim. Bu sahne, bu insanlar… Tüm bunlar, dün gece yatmadan önce oynadığım oyundan bir sahnenin aynısıydı. Sanki gözümün önünde gerçekmiş gibiydi! Ve ben oyundaki karakterlerden birisiydim!
“Şu anda rüya görüyorum,” kendi kendime mırıldandım. Denesem bile, bu olanların rüyadan başka bir açıklaması olabileceğini düşünemiyordum. Ama her ne kadar saçımı çeksem veya yanaklarımı sıksam da hala bu rüyadan uyanamıyordum.
“H-hayır… Hayır, hayır! Hayır! Hayır diyorum!”
Penelope Eckart.
Günümüz kızları için en popüler otome oyunun kötü kadını ve zor modun kadın kahramanıydı.
ÇEVİRMEN: CRESCENT