Death Is The Only Ending For The Villain - Bölüm 12
~Death Is The Only Ending For A Villainess ~
12.Bölüm
Bunalımdaydım. Törenden kaçmak istiyorsam Derrick’le konuşmak zorundaydım. Derrick’le konuşmak, özellikle de hasta numarası yaptığımdan şüphelenirse, onun gözündeki itibarının düşmesi riskini de beraberinde getiriyordu.
Eğer Reynold olsaydı, bu kumarı oynardım. İç çektim ve Reynold’un son zamanlarda negatifin üzerine çıkan ilgisini düşündüm. Derrick’in ilgisini %0’da tutmak bile yeterince zor, bu yüzden riske atmayı düşünmemeliydim bile.
“L-leydim… iyi misiniz? Solgunlaştınız.” Emily yüzümdeki asık ifadeye dikkat ederek sordu.
“Odadan çık. Düşünmem gereken bir şey var.” Sinirli bir şekilde elimle işaret ettim.
“Ha…” O odadan çıkar çıkmaz iç çektim. Gitmezsem öleceğim. Gidersem öleceğim. Bu oyun delilik! O cennet gibi gözaltı günlerini şimdiden özledim.
“Prensten uzak durursam her şey yoluna girecek, değil mi?” Oyunun hikâyesini tekrar düşündüm. Hatırlayacak pek bir şey yoktu, ölmekle çok meşguldüm. Sarayın bahçesindeki labirentte Veliaht Prensle karşılaşıyordum ve konuşmaya başladığımız anda ölüyordum. Tekrar tekrar ölmeye devam ettim. Her 5 saniyede bir sıfırla tuşuna basmak zorunda kaldığımı söylemek abartı olmazdı.
“Sanırım hasta numarası yapmak en iyi seçim olurdu…”
‘Bekle! Ölmeyi denemeli miyim?’ Bu fikir bir anda aklıma geldi. Kulağa çılgınca geliyordu ama gerçekten o kadar da kötü bir fikir değildi. Bu dünyada ölürsem orijinal dünyama geri dönebilirdim. Ölüm ya da sona ulaşma fark etmeksizin oyun biterdi, değil mi? Bir oyuncu olarak ‘oyun bitti’ senaryosuna ulaştığımda sistem ne yapacaktı? Çabucak pes etmek, bu umutsuz erkek kahramanlardan biriyle bir sona ulaşmaya çalışırken aylarca bu hayatı yaşamaktan daha iyi olurdu.
Ayrıca, oyunda bir sıfırlama tuşu vardı. Oyunda kötü bir sona yol açacak bir seçim yaparsam ‘sıfırla’ tuşu beliriyor ve beni en başa geri gönderiyordu. Gördüğüm diğer tüm oyun seçenekleriyle birlikte bir sıfırlama tuşunun da olabileceğini düşündüm. Kabul ediyorum, orijinal oyundaki gibi herhangi bir ‘geri al’ tuşu veya başka simgeler yoktu. Ancak diyalog seçenekleri karşıma çıkabildiğine göre, bir sıfırlama tuşunun da ortaya çıkabileceği mantıklı geliyordu.
“Bunu neden daha önce düşünmedim?
Kararlıydım. Veliaht prensle buluşacak ve ölmeyi deneyecektim!
Hem erken kalkmaktan hem de ziyafet için yapılan tüm hazırlıklardan dolayı bitkin düşmüştüm. Süt ve güzel kokulu özlerle karıştırılmış sıcak su dolu bir küvette banyo yaptım. Masaj yaptılar. Hem yüz hem de vücut maskesi sürdüler. Hizmetçiler beni banyodan çıkarıp makyaj masasına oturttuğunda kendimi yarı ölü hissediyordum. Sadece fiziksel bakımları değil, zihinsel olarak da çok yorucuydu.
“Leydim, bu elbise nasıl? Son alışverişinizde almıştınız ama bir kere bile giymediniz, yani hala yeni!”
“Leydim, bu küpeler hakkında ne düşünüyorsunuz? Elbiseyle iyi giderler.”
“Bence saçınızın yarısını toplamak, tamamını toplamaktan daha iyi görünecektir. Siz ne düşünüyorsunuz leydim?”
“Makyajınız nasıl olsun leydim?”
Soruların ardı arkası kesilmiyordu. Penelope’den gerçekten nefret ediyor olabilirler mi diye düşündüm. Bu yanlıştı; onlar gerçekten heyecanlıydı, benden çok daha fazla. Başımı kaldırdım ve aynaya baktım. Sabah yaptırdığım bakımlar işe yaramıştı, yüzüm parlıyordu ve her zamankinden daha güzel görünüyordu.
Sanırım böyle bir yüzü süslemek gerçekten eğlenceli olurdu. Başımı salladım. Hizmetçilerin neden bu kadar hevesli olduklarını anlamıştım.
“O elbiseyi geri götürüp bana boynumu örtecek koyu renkli bir elbise getirin. Takılar mümkün olduğunca az olsun. Başka bir şey için de fazla uğraşmayın.” Talimatını verdim.
“Haa?!” Hizmetçiler şok içinde sıçradılar. “Ama leydim, bu kraliyet sarayının ev sahipliği yaptığı bir parti…” Sözleri ikinci bir anlam taşıyordu, sanki “diğerlerinden daha güzel giyinmen gerekmez mi?” diye sorar gibiydiler. Hizmetçilerin getirdiği kırmızı, pembe, yakası açık elbise Penelope’nin koyu pembe saçlarına çok yakışacaktı. Seçtikleri aksesuarlar da Penelope’nin muhteşem güzelliğini tamamlayabilirdi. Ama saraya Penelope’nin güzelliğini bir tür tavus kuşu gibi sergilemek için gitmiyordum. Onlara oraya ölmeye gittiğimi söyleyemezdim, bu yüzden Penelope’nin söyleyebileceğini düşündüğüm bir şey buldum.
“Çok uğraşmana gerek yok. Sadece dediğimi yapın.” Dedim soğuk bir şekilde. Hizmetçiler beni fikrimi değiştirmeye ikna edemeyeceklerini anladılar. Suratları asık, üzgün bir şekilde elbise odasına gittiler. Onları çok heyecanlandıran özgün kırmızı-pembe elbiseden çok daha ağırbaşlı üç elbiseyle döndüler.
“Bu,” diye koyu yeşil bir gece elbisesi seçtim. Kalabalıkta göze çarpmayacaktı ve köprücük kemiklerimi örtüyordu. Hizmetçiler elbiseyi giymeme yardım ettikten sonra onlara makyajımı mümkün olduğunca hafif yapmalarını söyledim. Penelope’nin gözleriyle uyumlu küçük zümrüt rengi küpeler taktım. Hizmetçilerin işi bittiğinde aynaya baktım, o kadar iffetli bir kız gördüm ki, süslü bir parti yerine kiliseye dua etmeye gittiğini düşündüm.
Bu kadarı yeter, bu şekilde gitsem fark edilmeyebilirim. Gözlemledim. Aynadaki yüzüm, hizmetçilerin karanlık ifadesiyle tam bir tezat oluşturacak şekilde memnuniyetle parlıyordu.
“Emily dışında herkes gidebilir.” Hizmetçiler odadan çıktı. Kişisel hizmetçimden isteyeceğim bir şey daha vardı.
“Emily, elbiseyle aynı renkte bir çift eldiven hazırlayabilir misin?”
“Leydim, siz de mi eldiven giyeceksiniz?” diye sordu. Sanki kıyafetimi daha kapalı bir hale getirmemi engellemek istermiş gibi kıpırdandı.
“Her ne kadar gözden kaybolmuş gibi olsa da böyle bir şeyi herkese gösteremem, değil mi?” Elimi kaldırırken söyledim. İğne izleri silikti, neredeyse hiç görünmüyordu ama keskin gözlü bir soylu bunu her an fark edebilirdi. Emily’nin yüzü soldu.
“Eğer anladıysan, git getir eldivenleri.”
“E-evet!” O panik içinde giderken ben de dilimi şaklattım. Ona çok nazik davrandığımda tereddüt ettiği zamanlar oluyordu. Emily’yi gergin hissettiren bu küçük anlar, onu hizada tutmak için gerekliydi. Derrick beni tepeden tırnağa taradı, yüzünde ‘bu nadir bir durum’ der gibi bir ifade vardı.
“Gözaltı cezan boyunca biraz olgunlaşmış görünüyorsun.” Günler sonra ilk kez karşılaşıyorduk fakat Penelope’ye karşı tavrı her zamanki gibiydi. Yine de başının üzerindeki parlayan gösterge nedeniyle tavrına kızacak vaktim yoktu.
[İlgi %5]
Bu da ne? Ne zaman yükseldi? Benim haberim bile olmadan bana olan ilgisi artmış, hem de %5 oranında! Şaşkına dönmüştüm. Kendimi Penelope’den ne kadar nefret ettiğini merak etmekten alıkoyamıyordum, eğer bu kadar yükselmesi için onu birkaç gün görmemesi yettiyse…
Bunu daha önceden bilseydim hasta olduğumu ve gidemeyeceğimi söylerdim. Ziyafete katılma kararımdan pişmanlık duymaya başladım. Ama artık çok geçti. Eckart amblemli süslü bir at araba çoktan ön girişte bekliyordu. Derrick’i selamlamak için başımı hafifçe eğdim ve arabaya binmeme yardım etmesi için yakındaki korumaya elimi uzattım. O anda Derrick’in ne yaptığını göremiyordum çünkü adım atmak için elbisemi kaldırmakla meşguldüm. Ancak at arabasına başarıyla girdikten sonra dönüp Derrick’e baktım. Orada durmuş, elini öne uzatmış, sert bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu.
‘Nesi var bunun?’ diye düşündüm. Yaptığı hareket karşısında şaşkınlıkla başımı öne eğdim. Törene zamanında varmak istiyorsak acele edip gitmemiz gerekiyordu. Benimle aynı arabaya binmesi mümkün olmadığına göre, kendi arabasına doğru ilerlemesi gerekirken öylece donmuş bir halde duruyordu. Oturup kapının kapanmasını bekledim. Ama sonra, olduğu yerde donup kalmış olan Derrick arabaya bindi.
Bu da ne? Ne oluyor?! Neden buraya geliyor? Yanlış bir şey yapıp yapmadığımı görmek için çılgınca önceki konuşmamızın anılarını aradım. Aklıma hiçbir şey gelmedi. Yaptığımız tek şey karşılaşıp merhabalaşmaktı, yanlış bir şey yapmadığım çok açıktı.
“B-birlikte mi gidiyoruz?” Derrick karşımdaki koltuğa oturdu. Sorum üzerine kaşları çatıldı.
“Bununla ilgili bir sorunun mu var?” diye sordu.
“Hayır, öyle değil ama…” Tereddüt ettim.
Neyin var senin? Daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştın! Böyle bir şeyi yüksek sesle söylememeye dikkat ederek başımı salladım.
“Eğer bununla ilgili bir sorunun varsa, başka bir arabaya binebilirsin.” Gayet net bir şekilde belirtti. Arabanın penceresinden dışarı baktım ve dürüstçe onun önerdiği gibi yapmayı düşündüm. Ama bunun için artık çok geçti.
Derrick arabaya bindiğinde kapıyı çoktan kapatmıştı. Tekrar açıp gitmem tuhaf olurdu.
“… Bu hoşuma gitmiyor değil.” Yarım yamalak kelimeleri zorla çıkardım ve Derrick’e döndüm. “Çünkü mutluyum…” Tepkisini ölçmek için Derrick’e dikkatlice baktım. Bir an ters ters baktı ve sonra başını çevirdi.
‘Şuna bak. Madem böyle davranacaktı, madem bu kadar nefret ediyordu, neden benimle gelip bunu ikimiz için de rahatsız edici bir hale getirdi? Penelope’yi kızdırmanın yeni bir yolu mu bu?’ diye düşündüm. Onunla ne yapacağımı bilmiyordum. O anda başının üstündeki yazıyı fark ettim:
[İlgi 6%]
Yüzde bir arttı. Araba hareket etmeye başladığında gözlerim fal taşı gibi açılmış bir şekilde sadece ilgi çubuğuna bakabiliyordum.
…Pekala. Basit bir araba yolculuğundan bir şey çıkmaz. Düşündüm. Benim tarafımda tam %6’lık bir ilgi vardı. Kısa bir araba yolculuğu sırasında %6’lık bir ilgi düşüşüne neden olmanın bir yolu olamazdı. Eğer bundan kaçınamıyorsam, tadını çıkarabilirim diye düşündüm. Ama yola çıktıktan kısa bir süre sonra Derrick ile aynı arabaya bindiğime pişman oldum. Boğuluyorum! Kurtarın beni! Garip sessizlik dayanılmazdı!
***
Saraya varmak sonsuzluk gibi geldi. Önümde kollarını ve bacaklarını bağlamış oturan soğuk, yakışıklı adamla geçirdiğim her an kesinlikle boğucuydu. Araba o kadar sessizdi ki, gürültü bir soruna neden olabilir diye nefes almaktan bile korkuyordum. Artık dayanamadığım bir noktada pencereyi açmaya çalıştım ama Derrick bana ters ters bakınca vazgeçtim. Ondan sonra yaptığım en küçük harekete bile ters ters bakmaya başladı.
Agh! Neden bana öyle bakıyorsun?! Hiçbir şeyin değişmediğinden emin olmak için sık sık [İlgi 6%] değerini kontrol ediyordum.
Saraya vardığımızda zihnimden sevinç çığlıkları attım. Sonunda ölüm arabasından kaçabildim!
‘Tamam, hadi dışarı çıkıp biraz temiz hava alalım.’ Diye düşündüm. Ama ben planımı uygulamaya koyamadan Derrick çoktan ayağa kalkmıştı. Bir tıkırt sesiyle kapıyı açtı ve arabadan çıktı.
“İşte…” Elini uzattı.