Death Is The Only Ending For The Villain - Bölüm 13
~Death Is The Only Ending For A Villainess ~
13.Bölüm
Ben ayağa kalkarken Derrick bir elini bana uzattı.
Garip bir şey mi yedi? Yer değiştirip çıkmak için elbisemi kaldırırken düşündüm. Boş gözlerle ona baktım.
Bana eşlik etmeye mi çalışıyordu?
“Ne yapıyorsun sen? Aşağı inmeyecek misin?” Kaşlarını çattı. Sorusu beni kendime getirdi. Etrafıma bakındım, yeni gelen diğer soylular da bize bakıyordu.
“Ah… Teşekkür ederim.” Hızla Derrick’in elini tuttum ve arabadan çıktım. El ele balo salonuna giden merdivenleri çıktık.
“Eckart Dükalığının varisi Derrick Eckart ve Leydi Penelope Eckart’ı takdim ediyorum.” Dev kapıdan geçip balo salonuna girerken bir hizmetçi girişimizi anons etti. “Aptalca bir şey yapma,” dedi Derrick soğuk bir sesle. “Gözaltı cezanın daha dün sona erdiğini unutma. Eğer bir kargaşaya daha neden olursan, sadece ufak bir ceza almayacaksın.” Sözleri ziyafet için duyduğum heyecanı tamamen söndürdü. Ona bir şeyler söylemek istedim ama kendimi tuttum.
“Tamam, dikkatli olacağım.” Gülümsemek için çaba sarf ettim ama Derrick bunu görmeden arkasını döndü.
Cık. O bakmazken suratımı astım.
Ziyafetin büyük bir kısmı sorunsuz geçti. Başka bir deyişle, sıkıcıydı. İçeri girer girmez Derrick diğer soyluları selamlamak için yanımdan ayrıldı. Kimse benimle konuşmaya gelmedi. Penelope’nin son baloda çıkardığı kargaşa hakkındaki söylentiler düşünüldüğünde, insanların benden uzak durması şaşırtıcı değildi. Çok az kişinin geçtiği bir köşede durdum ve diğer soylu hanımların gruplar halinde dans edip fısıldaşmalarını izledim.
‘Yalnız değilim.’ Diye düşündüm. Bugün buraya bir amaçla geldim ve eğer işe yararsa eve dönebilirdim. Şu lanet olası Veliaht Prens ne zaman gelecek!? Asil hanımların bana doğru baktıklarını fark ettim, muhtemelen hakkımda dedikodu yapıyorlardı. Sonunda bana dik dik bakmaları konusunda sınıra ulaştığımı düşünüyordum…
“Şimdi Majesteleri İmparatoriçe ve Ekselansları İkinci Prens geliyor!” Sonunda oyunun bu bölümünü başlatan olayın zamanı gelmişti. Kıkırdayarak konuşan soylular sessizleşti ve başlarını eğerek ya da yere diz çökerek girişe doğru baktılar. Onları izleyerek ben de eğildim. İmparatoriçe ve İkinci Prens kırmızı halıda kraliyete yakışır bir duruş ve güvenle yürüyorlardı. İkisinin de balo salonunun parlak ışıkları altında parlayan altın sarısı saçları vardı. Bu renk onların asaletinin bir kanıtıydı. Balo salonunu geçtiler ve merdivenlerden yukarı çıkarak sadece kraliyet mensuplarının oturmasına izin verilen tahtların bulunduğu kürsüye çıktılar.
Bu koltuk, Veliaht Prensin koltuğu değil miydi? İkinci Prensin ortada, diğerlerinden daha yukarıda bulunan sandalyeye oturmasını şaşkınlıkla izledim. Ejderha süslemeli altın bir tahttı ve imparator ya da onun yokluğunda varisi için tasarlanmıştı. İmparator oyunda neredeyse hiç görünmediği için onun yerine veliaht prens otururdu.
Ama neden İkinci Prens? İmparatoriçe ve İkinci Prens, görgü kurallarına böylesine aykırı bir şey yapmışken bu kadar sakin görmek kafa karıştırıcıydı. İkinci Prensin doğum günü olduğu için mi buna izin verilmişti?
“Hepiniz ayağa kalkabilirsiniz.” İkinci Prens oturduğu yerden emretti. İnsanlar itaat etti.
“Oldukça meşgul olduğunuzdan emin olmama rağmen doğum günü ziyafetime katıldığınız için hepinize teşekkür ederim. Büyük bir şey olmasa da herkesin keyifli vakit geçireceğini umuyorum.” İkinci Prens konuşmasını bitirdiğinde parti resmen başlamış oldu. Şimdi geriye kalan tek şey… Güm! Girişten yüksek bir ses geldi.
“Bu da ne?”
“N-ne oluyor?”
“Girişten geldi…”
Gürültünün kaynağıyla yüzleşmek için döndüklerinde soyluların konuşmaları aniden durdu. Bir figür balo salonuna girdi ve kendisi için ayrılan kalabalığın arasından yürüdü. Oda o kadar sessizdi ki her bir adımını duyabiliyordum. Ayrıca sürüklenen bir şeyin çıkardığı sürtme sesini de duydum.
“Bu Veliaht Prens!” diye bağırdı biri. Balo salonunda ilerleyen adama doğru baktım. Yürürken havada salınan zarif sarı saçları vardı. Sanki gerçek altından yapılmış gibi görünüyordu. İmparatoriçe ve İkinci Prensin saçlarıyla kıyaslanamazdı, onlarınki sanki ucuz bir taklit gibiydi. Balo salonuna altın saçları ve dalgalanan kırmızı peleriniyle giren adam asıl parlayan kişiydi.
“B-b… o değil mi?”
“Hah! Bu… bu…”
“Ne? Bu kan mı!?
Veliaht Prens’in yakınında duran insanlar, arkasında sürüklediği şeyi gördüklerinde çığlık atmaya ve paniklemeye başladılar. Göz kamaştırıcı görüntüsüne o kadar dalmıştım ki, arkasında sürüklediği şeyin cansız bir insan olduğunu fark etmemiştim.
“Mutlu yıllar sevgili kardeşim.” Dedi Veliaht Prens kürsünün dibindeki merdivenlere vardığında. Ölü, hareketsiz bedeni ikinci prense doğru fırlattı.
“A… Ağabey!” İkinci prens bağırdı.
“Veliaht Prens!” İmparatoriçe de öfke içinde İkinci Prense katıldı. Ayağa kalkıp veliaht prensi parmağıyla işaret etti. “Ne yaptığınızı sanıyorsunuz?”
“Küçük kardeşinin doğum günü ziyafetine katılan birisine bunu nasıl söylersin anne?”
“Bu ne cüret?! Sen sadece ismen Veliaht Prenssin. Davet edilmediğin bir etkinlikte böyle korkunç bir şey yapmaya nasıl cesaret edersin?!” İmparatoriçe’nin yüzü öfkeyle alevlendi.
“Ne demek davet edilmedim? Çok üzüldüm şimdi. Sırf beni davet ettin diye tüm siyasi görevlerimi geride bırakıp buraya koştum.” Veliaht Prens alaycı bir şekilde konuştu ve yüzünde üzüntüden eser kalmadan omuz silkti.
İmparatoriçe, Veliaht Prensin öz annesi değil mi? Bu duruma anlam veremiyordum.
“Davetiyemi getiren hizmetkar biraz fazla tecrübesizdi.”
Veliaht Prens eğildi ve yarı ayakta durana kadar cesedi saçlarından tutup yukarı çekti. Adamın yüzü siyah bir maskenin ardına gizlenmişti. Gece vakti bir tür suçlu gibi koyu renk ve dar kıyafetler giymişti.
“Bana davetiye vermeyi reddedip onun yerine başka şeyler yapmaya çalıştı. Ben de ona küçük bir ders verdim. Daha faydalı bir hizmetkar seçmeliydin, küçük kardeşim.” İma edilen şey açıktı. Bu ‘hizmetkar’ bir suikastçıydı ve Veliaht Prens, İmparatoriçe ile İkinci Prensi suçluyordu.
Veliaht Prens kılıcını çıkarmak için boştaki elini kullandı. Cinayet girişiminde bulunan kişinin boynunu kesti. Kan, bir çeşme gibi fışkırdı.
“Size hediyem olsun.” Veliaht Prens suikastçının kafasını ikinci prensin ayaklarının dibine fırlatıp bir top gibi yuvarlandı.
“Aaahh!” Balo salonu İmparatoriçenin çığlıklarıyla doldu. İkinci prensin yüzü soldu ve her an bayılacakmış gibi görünüyordu. Tek kelime etmiyordu.
“Eğer bunun gibi daha fazla hediye istiyorsanız, dilediğiniz zaman yine onun gibi hizmetkarlar gönderebilirsiniz.” Şok olmuş yüzler denizinde sadece Veliaht Prens cehennemden gelen bir aslan kadar sinsi ve keskin bir sırıtışla gülümsedi. Arkasında korkmuş ve şok olmuş soylularla dolu bir oda bırakarak girdiği gibi hızla balo salonunu terk etti.
Veliaht Prens odadan çıktığında soyluların o ana kadar tuttuklarını fark etmedikleri nefeslerini bıraktıklarını duyabiliyordum. Benim için de aynısı oldu. Neydi o? Göğsümü tutarak zihnimi karıştırdım. Oyunda böyle bir şey olmamıştı! Oyunu ne kadar düşünürsem düşüneyim, böyle büyük bir olayın hiç yaşanmadığından emindim. Penelope’nin iğne izlerinin aksine bu, bahsedilmeyecek kadar büyük bir olaydı.
[Kardeşi İkinci Prensle arası iyi olmayan Callisto, küçük bir olaydan sonra balo salonunu hoşnutsuz bir şekilde terk etti].
Oyunda söylenen tek şey buydu.
Bu nasıl küçük bir olay, seni kaçık oyun!? Hizmetkarların cesedi ve kanı temizlemesini izlerken zihinsel olarak paniğe kapıldım. Beyaz bir kutu göründü.
<SİSTEM> [Demir ve Kanın Veliaht Prensi, Callisto Regulus] bölümü başladı. ‘Labirent Bahçesi’ne gitmek ister misiniz?
[Evet/Hayır]
‘Bugün gördüğüm Veliaht Prens, hayal ettiğimden çok daha manyaktı.’ Bir süre bunu düşündüm.
‘Karşılaştığımız an dilim dilim dilimleneceğim.’ Diye düşündüm. Şüphe ve korkularımı bir kenara ittim. Buraya zaten ölmek için gelmiştim. Eğer bunu atlatabilirsem eve dönebilirdim. Ayrıca yedek olarak sıfırlama tuşum da vardı. Gerçekten ölürsem ve eve geri dönemezsem her an sıfırlama tuşuna basabilirdim. Zihnimde olası sonuçlar üzerine kafa yormak beni sakinleştirdi. Ellerimin titremesi durdu ve [Evet] düğmesine bastım. Dünya etrafımda bembeyaz oldu.
Gözlerimi tekrar açtığımda Labirent Bahçesi’nin girişinde duruyordum.
“Bu baya kullanışlıymış.” Kolayca kaybolmaya meyilli olduğum için endişelenmiştim. Tıpkı oyundaki gibi bir ışınlanma sistemi olacağını bilmiyordum.
“Şimdi ölüme yürüyelim.” Zihinsel olarak kendimi hazırlayıp labirent bahçesine adım attım. Labirente girdikten sonra sistem gitmem gereken yolu aydınlatarak bana yardımcı oldu. Işıkları takip ederek bir süre yürüdüm.
Daha ne kadar kaldı? Merak ettim. Oldukça uzun bir zaman geçtiğini hissettim, ışıklı yol hiçbir bitiş belirtisi göstermiyordu. İleride yolun geri kalanından daha fazla parıldayan bir alan fark ettiğimde topuklarım yüzünden ayaklarım ağrımaya başladı. Nihayet, yolun sonu!
Sona ulaştım ve bir dönüş yaptım. Yol, içinde küçük bir su çeşmesi ve dinlenmek için bir bank bulunan geniş bir açıklığa açılıyordu.
“Bu da ne? Nerede o?” diye mırıldandım. Yol gösterici ışıkları aradım ama yoktular. Labirentin sonunu bulduğumdan oldukça emindim ama ne kadar denesem de Veliaht Prense dair bir iz bulamadım. Şaşkınlıkla başımı eğdim ve tereddütle çeşmeye doğru yürüdüm. Onunla buluşmam gereken yer burası değil miydi?
Metalik bir ses duydum, ardından boynumda soğuk ve ağır bir şey hissettim. Bu his karşısında şaşkınlıktan nefesim kesildi.
“Hangi farenin etrafta sinsice dolaştığını merak ediyordum.” Taçlı prens arkamdan bana doğru yürüdü, önümde dururken kılıcı boynumu çevreledi. Canımı yaktı, etim kesilerek yaralanmıştı ve sıcak kan aşağıya damlayarak elbisemi ıslattı. Durumun gerginliği, ıslaklığı hissetmemi engelledi; o sırada kesildiğimi bile fark etmemiştim.
“Sen Eckart ailesinin kafayı yemiş köpeği değil misin?” Adam sordu. Parlak altın rengi saçları ay ışığını yansıtırken, kıpkırmızı gözleri kan gölüne dönmüş bana bakıyordu. Devam etmeden önce kısa bir süreliğine hayalet gibi gülümsedi.
“Ziyafette olanlara tanık olduktan sonra bile beni takip ettiğine inanamıyorum. Ölmek istiyor olmalısın.” Yüz ifadesi tüylerimi diken diken ederek soğudu.
“Konuş. Neden beni takip ettin, küçük fare?” Kılıç derime daha derin saplandı. Ama kılıçtan daha çok canımı yakan şey, bana yönelttiği ölümcül niyetti.
İşte o anda aklım başıma geldi, Veliaht Prensin beni hemen oracıkta öldürmeyi planladığını anladım.
Sıfırlama tuşu! Gözlerim umutsuzca sıfırlama tuşunu aradı. Zaten ölecek olsam bile, ölmeden önce tuşun nerede görüneceğini bilmem gerektiğini düşündüm.
“Cevap vermediğine göre, ailenle vedalaşma vaktin gelmiş olmalı.”
Sıfırla… Sıfırla! Nereye bakarsam bakayım hiçbir yerde bulamıyordum.
“Nazik olacağım ve son sözlerini onlara bizzat ileteceğim.” Dedi.
Sıfırla! Sıfırla nerede?! Sıfırla!!