Death Is The Only Ending For The Villain - Bölüm 19
~Death Is The Only Ending For A Villainess ~
19.Bölüm
“…kesinlikle denemek isterdim!” Bir gün önce Reynold’un önünde söyleyemediğim sözleri nefes nefese mırıldanarak odamın penceresinden yatak örtüsü ipini aşağıya attım. Pencere çerçevesine tırmanmak için tüm gücümü harcamıştım. Bu zayıf bedenin nefessiz kalması için tek gereken buydu.
Şölenin ilk günüydü. Emily’nin o gün için bana hizmet etmeyi bitirmesini sabırla bekledim ve hemen elimdeki tüm yatak çarşaflarını alıp bir iple birbirine bağladım. Kaçmak için çok klasik bir yoldu!
“Şimdi yapalım şunu.” Kendi kendime cesaretlendirici birkaç kelime söyledim. Derin bir soluk alana kadar bekledim sonra pencere çerçevesinin üzerinde ayağa kalktım. Dışarıda geçireceğim gün için iyi hazırlanmıştım. Yüzümü ve saçlarımı örten kalın bir pelerin giymiştim. Ayrıca yanımda birkaç altın ve geçen günkü olaydan sonra Dükten aldığım ödül çeki vardı. Tek yapmam gereken ikinci kattaki odamdan başarıyla aşağı inmekti,
“Ha… Neden bütün bunları yaşamak zorundayım?” Pencereden aşağı bakarak şikâyet ettim.
İpi aşağı attım ve hızla aşağı kaydım. Sadece ikinci kattı. Önceki günlerde malikânenin arazisinde dolaşırken güvenli bir şekilde aşağı inmenin mümkün olduğu sonucuna varmıştım. Bunun mümkün olduğundan emindim.
“…Pat.”
Çarşafın ipi düşündüğümden daha kısaydı. Kaçış girişimimden önce ipin ne kadar uzandığını kontrol etme fırsatım olmamıştı ama sorun olmayacağından emindim, ne de olsa ip gerçekten uzundu. Aklımdan yeni endişeler geçti: O yükseklikten atlarsam gürültüyle birilerini uyandırabilirdim, kötü iniş yaparsam yaralanabilirdim.
“Sadece…!” Gözümle gördüğüm uzunluğun gereken gerçek uzunluktan çok farklı olduğunu fark ettiğimde paniklemeye başladım. Yukarı baktım. Pencereme kadar uzun bir yol vardı. Penelope’nin zayıf bedeni yukarı tırmanacak güce sahip değildi, tek yapabildiğim çarşaflara tutunmaktı.
“Hah… Ne yapacağım?” Burnumu çektim. Ne yukarı çıkabiliyordum ne de aşağı inebiliyordum.
“Hey… Sen, ne yapıyorsun?” Aşağıdan bir ses gelmişti. Aşağı baktım ve Reynold’u gördüm. Soluk pembe saçları ay ışığını yansıtıyordu.
“Hah.” Gülüyormuş gibi yaptı. Aşağıdan yukarı bana baktı. Yüz ifadesinden aptalca ve anlamsız bir gösteriye baktığını düşünüyordu ki bu kolayca anlaşılıyordu.
“Ne… neden oradasın?” Aşağıya seslendim.
“Şaka mı yapıyorsun? Benim odam seninkinin hemen altında!” Onun odasının Penelope’ninkinin altında olduğunu nereden bilebilirdim ki?
“Sen… Hah! Bu o kadar saçma ki ne diyeceğimi bile bilmiyorum. Şu anda evden kaçmaya mı çalışıyorsun?”
“Ne demek kaçmak?” Sorusu karşısında irkildim.
“Ben… Ben sadece yürüyüşe çıkıyordum.”
“Yürüyüş mü? Bugünlerde senin yaşındaki kızların yürüyüşe çıkarken pencereden atlaması moda mı?” diye alay etti. Ona cevap verecek doğru kelimeleri bulamadım, bu yüzden sadece uzaktaki dağlara baktım. Yine de bir şeyi unutmuştum. Reynold’un dikkatimi dağıtıp tüm o panikleme yüzünden kollarımın sınırlarına ulaştığını ve daha fazla tutunamayacağımı unutmuştum. İpten aşağı kaymaya başladım.
“Ahh!” diye bağırdım. İpin sonuna kadar kaydım, yere düşmeden önce kendimi zar zor durdurdum.
“Haa, ha…!” İpin ucuna yapıştım, tek ağ teline tırmanan örümcek gibi bir o yana bir bu yana sallanıyordum.
“Hey!” Reynold bağırdı ve pencere çerçevesine atladı. Yüzü solgundu.
“Bırak.” Reynold hızla dışarıda yere doğru ilerledi. Kollarını iki yana açarak durdu.
“N-ne?”
“Ellerini bırak ve aşağı atla. Seni yakalayacağım!”
“Sana nasıl güvenebilirim ki?” dememek için kendimi zor tuttum.
“Eğer istemiyorsan, orada asılı kalmaya devam edebilirsin.” Tereddüttüm uzun sürmedi. Başka seçeneğim yoktu.
“…Lütfen beni elinden kaçırma! Yakalasan iyi edersin!” diye emrettim.
Nefret edilen küçük kız kardeş olsam bile kasten ölmeme izin vermezdi, değil mi? Tekrar düşündüm ve kendimi iyi olacağıma ikna ettim. Sonunda ellerimi bıraktım.
“Hıpp!” Düşerken üzerimden muazzam bir rüzgâr geçti. Kendimi bir hız trenindeymişim gibi hissettim, midemde kelebekler uçuşuyordu.
“Umph… Yakaladım seni.” Bir çırpıda düşmüştüm. Gözlerimi açtığımda Reynold’un şeytani bir ifadeyle sırıttığını gördüm.
“…İ-indir beni.” Yüzüm ona çok yakındı. Kendimi hızla kollarından kurtardım.
“Peki nereye gitmeyi planlıyorsun? Reynold ben pelerinimi düzeltirken sordu.
“Şey…”
“Bir daha yürüyüşe çıkacağım dersen doğruca babama giderim.” Sözümü kesti. Nefretle baktım.
Neden o kadar insan varken ona yakalanmak zorundaydım ki?
Hayır. Derrick’e yakalanmaktan iyidir. En azından bunun için minnettardım. Çabucak bir bahane buldum.
“Şölene gidiyorum.” Diye itiraf ettim.
“Gecenin bir yarısı mı gidiyorsun? Gündüz gidebilecekken bütün bunları yaşıyorsun?”
“Kendimce sebeplerim vardı. Bilmene gerek yok.” Cevap verdim.
“Korumasız gitmen için bir sebep olamaz, özellikle de gece vakti. Günün bu saatinde malikânenin dışının ne kadar tehlikeli olduğunu biliyor musun? Bir kız nasıl bu kadar pervasız olabilir?”
“Reynold.” Sinirlenerek adını seslendim.
“Az önce bana yardım ettiğin için çok teşekkür ederim. Ancak geçen sefer de söylediğim gibi, bundan sonra kendi işimi kendim halledeceğim, o yüzden bana aldırma.” Ona soğuk bir şekilde aramızdaki çizgiyi hatırlattım.
“Hey. Sen…” Reynold ne diyeceğini bilemiyordu. [İlgi %7] değerine baktım ve konuştum.
“Ben artık bir yetişkinim. Başıma gelenler benim sorumluluğumda. Eğer ağabeyim olarak düşünceli olmak istiyorsan, görmezden gelebilirsin.”
“O zaman ben de seninle geliyorum.” Kayıtsızca söyledi.
“…Ne?” Dilinin tutulma sırası bendeydi.
“O zaman festivale birlikte gideriz. Ben senin koruman olurum ve ağabeyin olarak sana eşlik ederim. Her şey bu şekilde çözülür.” Öylece bakakaldım. Devam etti: “Bunu babamdan sır olarak sakla. Böylece birlikte gideriz.”
Ha! Bu o kadar saçmaydı ki hiçbir şey söyleyemedim. Neden böyle davranıyordu? Penelope’yi gördüğünde dişlerini gıcırdatan bir velet neden onunla şölene gitmek istesin ki?
“Yine de benden hoşlanmıyorsun. Öyleyse neden ısrar ediyorsun-” Titreyen gözlerle onu ikna etmeye çalıştım ama yine sözümü kesti.
“Kim demiş?” “Benden nefret ettiğini yüz bin kere haykıran sendin!” dedi kızgınlıkla, sesi giderek yükseliyordu.
“Şşşt!” Elimi dudaklarıma götürdüm ve etrafımıza bakındım. Birinin onun bağırışlarını duymuş olabileceğinden korkuyordum. Neyse ki etrafımız ölüm sessizliğine bürünmüştü, kimse bir şey duymamış gibiydi.
“Bağırıp çağırmadan da yanıldığımı söyleyebilirdin.” Kaşlarımı çatarak ona fısıldadım. Ayrıca ben ne zaman böyle bir şey söyledim ki? Ona saçmalamayı kesmesini söyleyecektim. Ama bu şekilde sohbet edecek zamanımız yoktu, Eclise’i almak için acele etmeliydim. Düşüncelere dalmışken Reynold inatla devam etti.
“Her neyse, sen ne dersen de birlikte gideceğiz. Bana yapma desen bile sizi takip edeceğim.”
<SİSTEM> Görev! Reynold ile [Şölende Randevu] görevine devam etmek ister misiniz?
(Ödül: Reynold’un ilgisi +%3 ve diğerleri.)
[Kabul et/ Reddet]
Dün reddettiğim aynı beyaz kutu tekrar önümde belirdi. Reynold ile görev kutusu arasında gidip geldim ve bir iç çektim. Kabul etmekten başka çarem yoktu.
“Peki. Birlikte gideceğiz, tamam mı?” Tuşa bastım
‘Kabul et.”
***
Reynold’la birlikte şövalyelerin eğitim alanına doğru sessizce yürüdük. Dünkü kaçış deliğine vardığımızda ‘biliyordum’ der gibi bir yüz ifadesi takındı. Çalılıkları temizledikten sonra delikten geçmeye başlamıştık ki arkamızdan bir ses geldi.
“Siz ikiniz ne yapıyorsunuz?” Keskin ses beni olduğum yerde durdurdu. Reynold da ben de irkildik ve aniden arkamızı döndük. İlk gördüğüm şey karanlıkta parlayan bir ilgi çubuğuydu.
“Siz ikiniz gecenin bir yarısı böyle nereye gitmeyi planlıyorsunuz?” Derrick sordu.
“Ağabey.” Dedi Reynold. Derrick ikimize doğru yürüyüp bana ters ters baktı. Delikten geçmek üzere olduğum belliydi, yani bunu inkâr etmek mümkün değildi.
“Ş-şey…” Söyleyecek kelime arıyordum ama Reynold daha hızlıydı.
“Şöleni görmek istediğini söyledi, ağabey.” Reynold beni işaret etti.
“Şölen mi…?” Derick cevap verdi.
“Evet. Bu yüzden başının belaya girmesi ihtimaline karşı koruması olarak onu takip etmeye karar verdim.” Derrick’in bakışları Reynold’dan tekrar bana kaydı. Onun soğuk bakışları karşısında içgüdüsel olarak kendi içime kapandım.
‘Eclise’i yakalama planım şimdi kesinlikle başarısız olacak.’ diye düşündüm. Kederle başımı öne eğdim.
“Korunmaya ihtiyacı olan soylu biri için en az iki koruma bulundurmak en temel ve esaslı şeydir.” Derrick soğuk bir ses tonuyla söyledi.
<SİSTEM> Görev! (Derrick) ile [Şölende Randevu] görevine devam etmek ister misiniz?
(Ödül: Derrick’in ilgisi +%3 ve diğerleri.)
[Kabul et / Reddet]
Ayvayı yedim. Hahaha! Pes edip sadece gülümsedim, o anda yapabileceğim tek şey buydu.