Death Is The Only Ending For The Villain - Bölüm 2
Zengin soylu bir aileye evlatlık gelen bir yetimin hikayesi… Ne kadar da romantik bir ortam, özellikle de bir kız için. Eğer bu, roman veya bir dizi olsaydı o kız kendi külkedisi hikayesinin kadın kahramanı olurdu. Gerçeklik hikayelerdeki gibi değildi. Gerçek hayat bir roman veya dizi değil. Annem öldüğünde, zengin bir iş adamı olan ve annemden boşanmış babam beni evlat edindi. Hayatlarında aniden ortaya çıkma suçu için, iki üvey ağabeyim daha ilk günden bana zorbalık yapıp canıma okudu. Zalimdiler. Beni aşağıladılar hatta yemeğimle eşek şakaları yaptılar. Üvey ağabeylerimin eziyetleri benim için artık normalleşmişti. Okul hayatımın rahat geçeceği umudu aniden tuzla buz olmuştu. Okul hayatımı zehir etmişlerdi. Beni, okul zorbalarının “1 numaralı hedefi” haline getirmişlerdi. En fena zorba ise ağabeylerimin küçüğü olan ikinci ağabeyimdi. Benden çok büyük değildi ve okulun bir yılını birlikte geçirmiştik. O mezun olduktan sonra zorbalık daha da kötüleşti. Bu hep böyle olurdu. Eğer bir şey değişirse, o şey hep daha kötüye değişir, asla daha iyisine değil.
Babamın eşinin bir hastalıktan ölmesi de hiç yardımcı olmamıştı. Ölümü ağabeylerimin üstüne çökmüştü. Ben doğmadan çok önce ölmüş olmasına rağmen o manyak serseriler, annelerini öldüren benmişim gibi küçük beni suçladılar. Eziyetleri o kadar insafsızdı ki annelerinin ölümünden sorumlu olan kişinin cidden ben olduğuma neredeyse inanmaya başlayacaktım.
Yediğim önümde yemediğim arkamda olsa da kendi evimde her parçamı dilenci gibi hissediyordum. Annemle tek odalı dairede yaşamak veya yetimhanede bir gelecek, her ikisi de babam ve ağabeylerimle yaşadığım hayattan daha iyidir. Gözle görülür miktarda kilo vermiştim ve görünüşe göre kaybettiğim her kiloyla sanki eksik kilonun yerini alıyormuş gibi yara izleri ve morluklar kazanmıştım. Beni bu eve getirip kendisine babam diyen adamın umurunda bile değildi. Yaptıkları hiçbir şeyi takmıyordu.
Madem hepiniz bana böyle davranacaktınız o zaman ne diye beni buraya getirdiniz? Beni yetimhaneye gönderin işte! Sık sık kendi kendime düşünüyordum.
Ve sinirle veya şikayetle tepki gösterdiğimde, bu kimse için bir anlam ifade etmezdi. Eskiden bekar bir anneyle yoksulluk içinde yaşayan benim gibi birisi için, pes etmek en iyisiydi. Bana vahşi bir hayvandan daha kötü davranan insanlardan sevgi ve şefkat dilenmeye başvurursam yalnızca pişman olurdum.
Gitmek istiyordum ama cebimde tek bir kuruş yoktu ve gitsem kalacak yerim de yoktu. Bu yüzden mezun olana kadar derslerime çok çalıştım. Saygın bir üniversiteye kabul edildiğimde harcım ödenmişti. Şu serserilerin beni kabul etmesini istediğimden değildi. Bu berbat aileden taşınıp kaçmaya bir nedenim olsun diye saygın bir üniversiteye gitmek içi çok çalıştım. Kabul mektubumu aldığım gün hayatımda ilk kez neşeli bir gülümsemeyle babamın yanına koştum.
“Baba! Bak! Kabul edildim! Kabul edildim!” hemen hemen sevinçten bağırıyordum.
“Ee? Bana gelme nedenini söyle.” Sertçe cevapladı. Tek bir tebrik sözü söylemedi. Gerçekten önemsemiyordu, gerçi ondan bir şey beklemiyordum.
“Kendi başıma yaşamamı kabul etmeni istiyorum. Üniversiteye yakın bir yerde yaşamak istiyorum, başarılı olmamda yardımı dokunur. En azından benim için bu kadarını yapabilirsin, değil mi?” Babam bu beklenmedik isteğe kaş çattı. Sebebini merak etmemek elimde değildi. Bu onlar için de kazançlı değil mi? Herkesin bu kadar nefret ettiği çocuk onlara kendi başına yaşayacağını söylüyor… Buna nasıl olur da sevinmezler? Kısa bir duraksamadan sonra babam devam etti.
“Pekala. Kabul ediyorum.”
Kaçış planım pürüzsüz işliyordu! Sadece bir sorun vardı.
Yanlış hesaplama yüzünden toz ve küfle dolu bu bodrum dairesinde yaşamak zorundayım. Babam bana kalacak bir yer bulma işini hem aile hem de aile şirketinin varisçisi olarak hazırlanan birinci pisliğe, büyük üvey abime verdi. Ama özgürlük için ödenmesi gereken bedel buysa, benim için sorun yoktu.
Bu evden ayrıldıktan sonra hiçbir şey beni mutsuz edemezdi.
Bunaltıcı ortaokul ve lise yıllarımı hemen unutmuştum. Üniversitede birkaç yeni arkadaş edinmiştim. Ve bu arkadaşlar sayesinde o oyunla tanışmıştım.
“Kısmetse olur – Leydinin gücü mü? Bu ne be? Kulağa çok saçma geliyor.” dedim
Arkadaşlarım arasında aşırı popüler bir telefon oyunuydu. Oyunun çizimleri ve başlığı nasıl bir oyun olduğunu anlamak için fazlasıyla yeterliydi ve bu beni sinir etmişti. Oynamaya hiç ilgim yoktu ama okulda arkadaşlarım ağızlarından bu oyunu düşürmüyordu. Dışlanmak istemiyordum, sadece bir bakmak için oyunu indirdim. Gönüllülükten izin günümdü bu yüzden yapacak bir şeyim yoktu ve oynamak için epey zamanım vardı.
Oyun normal mod ve zor mod olarak ikiye ayrılıyordu. İlk önce normal modda oynamanın mantıklı olduğunu düşündüm. Tereddüt etmeden normal mod tuşuna tıkladım. Bir, iki bölüm oynayıp sonra da yatarım diye düşünüyordum. Oyun bütün bölümleri tanıtan bir giriş videosuyla başladı.
“6 Yıl önce geçirdiği bir kazada kaybolan dükalık evinin en küçük kızı geri gelir ve Leydi unvanını yeniden kazanır.”
Hikaye, masum ve saf kadın ana karakterin ışıkla, şaşaalı ve neşeli arka plan müziğiyle sahneye girmesiyle başladı. Güzel resimleri görmezden geldim, kaliteli çizimler böyle oyunlarda ahım şahım bir şey değildi. Sıradan Otome tarzı bir oyundu… Erkek karakterlerin kalbini, kahramana olan ilgilerini veya beğenilerini artırarak kazanırsın. Bunu yaparken, kadın kahraman da kötü kadından kurtulabilir, servetini çoğaltabilir ve insanlar arasındaki namını arttırabilir. Oyunun sonunda, en büyük ilgisi olan erkek karakterden ilanı aşk alıyorsun.
Oyun gerçekten eğlenceliydi. Çok saçma duran utanç verici ismi aslında iyiydi. Güzelce planlanmış ve iyi yazılmış karmaşık bir konusu vardı. Oyun ayrıca birçok sorun çözme durumu içeriyordu böylece sıkılmıyordum. Oyunun sistemi, bir akıllı telefon oyunu için epey gelişmişti. Yüksek kaliteli çizimleri böyle oyunlarda sıra dışı olmasa da kendimi çizimlere çekilirken buldum. Çizerin, çizime hem kalbini hem de ruhunu koyduğu aşikardı. Hikayenin varlıklı bir ailenin uzun süredir kayıp olan kadın kahramanıyla kendi durumumun uyuşması canımı yakmadı aslında. Yani bir bakıma oyuna kişisel olarak yatırım yaptım.
Erkek hedefler arasında, kadın karakterin iki ağabeyi vardı. Ana hikaye dükalık malikanesi içerisinde geçiyordu. Ağabeyler bir anda ortaya çıkan kız kardeşlerini hoş karşılamadı hatta onu yalnızca rahatsız ettiler. Tıpkı benim yaşadıklarım gibi. Kendi kendime düşündüm. Benim gördüğüm muamele, oyunun kadın kahramanınkiyle kıyaslanınca gece gündüz kadar farklıydı.
Zaman geçtikçe ağabeyler kız kardeşlerine ettikleri kötü muamele yüzünden kötü hissetti. Ana karakterin ufak ufak kalplerini kazanmasını izlemek, oyunu derinlemesine incelememi sağlıyordu. Oyunu sadece denemek isteyen ben, kendimi artık oyunun içinde kaybolurken buldum.
İlk kez böyle bir oyun oynamama rağmen, sona kolayca ulaşmıştım. Arkadaşlarımla hemfikir olmak zorundaydım, bu eğlenceliydi. Ama normal mod, benim gibi yeni başlayan birisine göre bile çok kolaydı.
İlk andan itibaren tüm erkek karakterlerin, kadın kahramana karşı ilgisi %30’dan başladı. Şu durumda normal mod yerine kolay mod da diyebilirlermiş! Oyunu elimden bırakamadım ve üç saat içerisinde her karakterin sonunu gördüm. Bütün normal mod sonlarını geçtikten sonra ekranda üzerinde kilit bulunan “Gizli Son” yazan bir kutucuk belirdi. Kutucuğa bastım.
“Ha… yüz dolar mı?! Kafayı mı yedi bunlar? Neden bu kadar pahalı?”
Gizli sonu görmek için, ya saçma bir fiyat ödemen ya da her yolun zor modunu bitirmen gerekiyordu.
“Hay anasını… çoktan gece yarısı oldu ama.” Kısa bir an için yarın sabahki derslerimi düşündüm.
“Ahh, neyse ne! Bitirelim şu oyunu!” Delirmiş olmalıydım, böyle bir oyun tarafından kontrol ediliyordum. Önceden bu tarz bir şeyi asla yapmazdım.
Heyecanla zor mod tuşuna bastım. Girişi için farklı bir video oynadı. Karakterler tanıtılırken görkemli müzik çalmaya başladı.
“Aah, ana karakter değişmiş.”
Küçükken kaybolan gerçek kızın yerine getirilen dükalık evinin leydisi, normal moddaki kötü kadın, şimdi ekranı süslüyordu. Zor mod, normal modda kadın kahraman ortaya çıkmadan önceki zamanda geçiyordu. Tamamen farklı bir hikaye gibi hissediyordum.
“Belki de bu yüzden oyun bu kadar popülerdir.”
Öncesinde yorulduğumu düşünsem de zor moddaki ana karakterin detaylı çizimi ekranımda belirdiğinde uykumdan eser kalmadı. Gittikçe daha fazla ilgilenmeye başladım.
Melek gibi olan kadın kahramana karşı zalim davranan kötü kadın şimdi, kalplerinin kapılarını kolayca açmayan erkek ana karakterlerin gönlünü kazanmak zorunda olan kişiydi. Bu açıklayamadığım bir şekilde heyecanlıydı. Normal modun çok kolay olduğunu düşündüğüm için, zor mod ne kadar zor olabilirdi ki? Seçeneklerin biraz daha zor olacağını bekliyordum hepsi o kadardı. Ne kadar da yanılmışım!
“Ahh! Ahh! Yine mi öldüm?!” Zor mod aşırı zahmetliydi.
Kötü kadının hikayesi öyle bir hazırlanmış ki hedef karakterlerin ilgisini arttırmak son derece zordu. Sadece yükselen ilginin anında %0’a düşmesi değil ayrıca tek bir hatadan sonra oyunun bitmesi de cabası. Oyunun bitişi normal bitiş de değildi. Her oyun bitişi ana kahramana dönüşen kötü kadın için epey rahatsız edici bir ölümdü.
“Neden bu kadar aşırı olmak zorundaydı ki?”
Çizimler gerçekçi ve acımasızdı. Ana karakter kafasını, veliaht prensin kılıcı tarafından kaybediyor.
“Bu oyun manyak bir şey…”
İçtenlikle iyi seçimler yapmaya çalışsam da hala birçok kez ölüyordum. Çok sinirlenmiştim! Zor modu bu şekilde yaparken yapımcının aklından ne geçiyordu acaba? Bu, korkunç bir oyun tasarımı! Çok fazla öldükçe strese giriyordum.
“Lütfen bir kez olsun yaşamama izin ver, lütfen!”
Baştaki amacım gizli sonu açmaktı ama o amacı unutalı çok oldu ve yerine yeni bir amaç geldi: zavallı, acınası kötü kadının ölmeyip en azından erkek karakterlerin birisiyle mutlu mesut yaşadığını görmek. Kötü kadını suçlu yapan şey ne? Normal modda çok fena duruyordu ama onun bakış açısından bakınca çok da haksız değildi. Neden herkes ona bu şekilde davranıyor? Açıkçası, onu kötü yapan yazarın ta kendisi! Kadın kahraman normal modda herkesin sevgisini çok kolay kazanıyor. Diğer yandan, suistimal edilmiş, mağdur kötü kadın her ne kadar sevgi için yalvarsa da yalnızca daha perişan bir hale geldi. Durumu bana kendi hayatımı hatırlatıyordu.
“İki elim kanda da olsa bu oyunun sonlarını göreceğim.” Kesin karar vermiştim.
Şu şerefsiz ağabeyler tarafından tekrar öldürülmüştüm. Dişlerimin gıcırtısı odanın dışından duyulabiliyordu. O kadar çok öldüm ki artık sayısını hatırlayamıyordum! Ellerim titriyor, sıcak telefonumu sıkıyordum. Git gide fazla duygusallaşıyordum. Bu sadece bir oyundu. Ama kendimi defalarca sıfırla tuşuna basmaktan alıkoyamıyordum.
Her sıfırlamayla, yeniden baştan başlıyordum. Doğru replikleri seçiyordum, yavaşça ilgilerini yükseltiyordum, yeni bir yol açmak için nam, cazibe ve para kazanıyordum.
“Ahh! Neden? Neden?!” Tekrar ölmüştüm.
Bu çok sinir bozucuydu. Gerçek para kullanarak ilgi alarak daha iyi bir durumda olabilirdim. Yapımcıların amacı bu kör olasıca şey için insanlara para ödetmekse, oldukça başarılı olmuşlardı. Paranın kıymetini herkesten daha iyi bilen bana bile ilgi ve mutlu sonu almak istettirdi. Nihayetinde paramı kullanmadım. Ama gaza gelmiştim, en azından hedef karakterlerin biriyle sonu görmek için tüm gece oynadım.
Öldün, tekrar başla.
Öldün, her şeye tekrar başla.
Öldün,
Öldün,
Ve yine öldün.
Gün doğumuna kadar ölüp durdum. Tüm gece oynadım ama hiçbir yolun sonunu göremedim.
“Lanet olsun… yine…”
Neredeyse sıfırla tuşuna basacaktım ama daha fazla dayanamıyordum. Yorulmuştum. Telefonum hala elimdeyken bayılıp uyuyakaldım. Gözlerimi açtığımda bir adam bana seslendi.
“Penelope Eckart.” Adam önümde duruyordu. Telefonun pil çubuğunu andıran uzun boş bir çubuk vardı. içerisinde parıldayan beyaz bir kelime yazılıydı… İlgi %0
“Ceza olarak, “Eckart” ismimizi bir müddet senden alıyorum.”
Asla bitiremediğim bir oyunda kötü kadın olmuştum.
ÇEVİRMEN: CRESCENT