Death Is The Only Ending For The Villain - Bölüm 20
~Death Is The Only Ending For A Villainess ~
20.Bölüm
Şölenin tadını çıkarmak için en iyi zamanın gece olduğunu duymuştum. Sokakların insanlarla dolu olduğu düşünüldüğünde popüler görüş bu gibi görünüyordu. Kalabalık caddeler süslü fenerlerle süslenmiş, yiyecekler, oyunlar, oyuncaklar ve diğer şeylerin satıldığı tezgahlarla kaplanmıştı. Bu dünyaya gelmeden önce bunun gibi pek çok şölen görmüştüm, bu yüzden ilgisiz bir şekilde masaların çoğunun yanından hızlıca geçip gittim.
“Hey. Festivalin tadını çıkarmaya geldiğine emin misin?” diye sordu Reynold. Penelope’nin sokaktaki dükkânları bu şekilde görmezden gelmesini tuhaf bulmuş olmalıydı.
“Eğleniyorum.” Ona baktım ve yarım ağızla cevap verdim.
“Ama bizden senin için bir şey almamızı bile istemiyorsun. Genelde takılar için çıldırırsın.” Kızlar için takı satan bir standı işaret ederken yorum yaptı.
Gerçekten de buraya sadece onunla şölende eğlenmek için geldiğimi mi düşünüyordu? Tek kelime etmeyip arkamı dönmeden önce bir an ona baktım. Dürüst olmak gerekirse, şölende ne yapacağımı şaşırmıştım. Kafam karışıktı ve Eclise’i aramaya nereden başlayacağımı bilmiyordum.
“Hey! Bir dakika buraya gel.”
“Hah, Ah!” Reynold beni elimden yakalayıp bir standa doğru sürükledi. Derrick sessizce ikimizin arkasından takip etti.
“Bak. Burada güzel şeyler satıyorlar.” Reynold beni mücevher satan bir tezgâha götürdü.
“Vay, vay, hoş geldiniz! Bir göz atın sevgili müşteriler! Bugün için Doğu’dan pek çok yeni şey geldi.”
Dükkân sahibine boş boş baktım, o anda ne yaptığımı bile bilmiyordum. Reynold adama baktığımı fark etti.
“Ahh! Sana bir göz atmanı söyledi! O yüzden etrafına bak!” Reynold hayal kırıklığı içinde bağırdı. Ben de onun dediğini yaptım. Mücevherlere baktım. Sadece böyle bir şölen sırasında bulabileceğiniz türden bazı eşsiz mücevherler vardı. Yine de bir şey satın alma isteği duymadım.
Penelope’nin mücevher kutusu zaten takılarla dolup taşıyordu. Onlara olan ilgimi çabucak kaybettim. Ama sonra…
“Bu iyi görünüyor.” Derrick arkamdan uzandı ve platin ipten yapılmış, üzerinde küçük, sarkan erik moru mücevherler olan bir bilezik aldı.
“Tanrım! Harika bir zevke sahip olduğunuzu bakarak söyleyebilirim bayım. Size bu bilezik hakkında biraz bilgi vermek gerekirse, yapımı üç ay sürdü hem gece hem de gündüz çalıştık. Gördüğünüz bu taşlar Doğu’da sadece birkaç madende bulunan nadir bir taştır.” Tüccar bu sözleri söylerken kelimenin tam anlamıyla tükürüyordu. Derrick’in elindeki bileziğe bakarken kendimi biraz rahatsız hissettim; mücevherlerin rengi saçıma benziyordu.
Hey… mümkün değil. Bunu bana vermesinin imkânı yok. [%10]’a baktım ve düşündüm.
“O zaman bu benim için.” Reynold bir şeyler ödemek için sabırsızlanıyor gibiydi, ben de ilgimi çeken bir şeyi çabucak aldım. Biraz önce bilezik hakkında gevezelik eden tüccarın benim seçimim hakkında söyleyecek hiçbir şeyi yoktu.
“…Ciddi misin sen?” Reynold kaşlarını çatarak elimdeki şeye baktı. Derrick için de aynısı geçerliydi.
“Evet. İstediğim şey bu maske.” Masanın uzak köşesine yerleştirilmiş beyaz bir maske seçmiştim. Tek açıklık gözler ve ağızdı; ikisi de gülümseyen bir yüz şeklinde yukarı doğru kıvrılmıştı. Bana geleneksel Kore hahoe maskesini hatırlattı. Düşündüğümde, genç bir kadının, neredeyse küçük bir kızın, kılık değiştirmek için bir pelerinle bile olsa köle pazarına girmesine izin vermelerine imkân yoktu.
Maske takmak akıllıca bir çözümdü; bir tane satın almak mantıklı bir karardı.
“Bunu alacağım.” Dedim.
“Hey. Bir süredir sana bunu sormak istiyordum…” Reynold beni izlerken yüzünde ciddi bir ifade vardı. Kısa bir aradan sonra devam etti,
“Hasta falan mısın? Aniden başın dönüyor mu veya bayılıp kendini farklı bir yerde bulup oraya nasıl geldiğinizi hatırlamıyor musun?”
“Satın almak istemiyorsan, söyle gitsin.” Açıkça benimle alay ediyordu.
“Hayır, istemediğimden değil… Bu şeyi gerçekten istediğini mi söylüyorsun?” Kuşku dolu bir ses tonuyla sordu.
“Evet!” Sonunda Reynold’a bağırmaya başladım, sürekli soru sorması sinir bozucuydu. Bana inanmayarak baktı ama sonunda bana maskeyi satın aldı. İşlemi bitirir bitirmez uzaktan büyük bir gürültü geldi.
Uğultu!
Döndüğümde özenle hazırlanmış kostümler giymiş bir grup insanın caddeden aşağı indiğini gördüm. Havai fişekler gürültülü patlamalarla patladı ve daha da çılgın bir kalabalığı sokağa çekti. Bu geçit töreninin başlangıcıydı, insanlar her yerden onu izlemek için çıkıyordu. Cadde gittikçe kalabalıklaşırken insanlar bana çarpmaya başladı, geçmek için acele ediyorlardı.
“Dur.” Derrick duygusuz bir yüz ifadesiyle bana baktı ve süslü şair gömleği kolunu uzattı.
“… Teşekkür ederim.” Hemen koluna yapıştım.
Giderek büyüyen kalabalık o kadar yoğundu ki her an savrulup gideceğimi sandım. Ancak kolunun yanlış yerine tutunmuş olmalıydım, tutunduğum her neyse sarsıldı ve gevşedi.
Uğultu!
Geçit töreninin sesi doruğa ulaşmıştı. Tam o anda yanımdan geçiyorlardı. Derrick’in koluna olabildiğince sıkı tutunmama rağmen bir şey çat diye ses çıkardı ve ben de kalabalıkla birlikte sürüklenmeye başladım.
“Ah, ahh…!” Derrick’e doğru uzandım.
“Penelope!” Her geçen an benden daha da uzaklaşan paniklemiş bir yüz ifadesiyle bağırdı.
“Hayır, hayır…” Kendimi hareket halindeki kalabalığın içinde buldum. Çırpındım ancak bir süre sonra onlardan zar zor kurtulabildim. Kendime geldiğimde, Derrick’in kolundan kopan altın düğme ve Reynold’un benim için aldığı maskeden başka bir şeyim olmadan ürkütücü, karanlık bir sokağın köşesinde olduğumu fark ettim.
“…Neredeyim ben?” Kaşlarımı çatmış etrafa bakınırken özellikle kimseye sormadım. O anda önümde beyaz bir kutu belirdi.
<SİSTEM> Bölüm [Yenik Ülkeden Gelen Şanssız Köle, Eclise) başladı. ‘Köle Pazarı’na gitmek ister misiniz?
[Evet / Hayır]
“Bu da ne?” Çenem düştü. Bak sen şu işe! Bu sayede, o iki pisliğin beni takip etse de Eclise’in yoluna başlayabilecektim.
***
Evet tuşuna bastım ve kendimi hemen köle pazarının girişinde buldum. Gerçekten eski püskü bir binaydı. Sistem beni buraya getirmeseydi buranın doğru yer olduğunu asla tahmin edemezdim. Girişte sıraya dizilmiş birkaç kişi gördüm, her biri maske takıyordu.
Ha! Biliyordum! Bunu almak zekiceydi. Diğer soyluların maskeleri gibi süslü olmasa da yüzümü gizlediği sürece gerçekten önemli değildi. Saçlarımı dikkatlice pelerinimin arkasına sıkıştırdım, maskeyi yüzüme yerleştirdim ve diğerlerinin arkasında sıraya girdim. Çok geçmeden içeri girme sırası bana geldi.
“Davetiye lütfen.” İri yarı bir adam açık elini uzattı.
Bu şey için davetiyeye mi ihtiyacın var? Telaşlandım. Bunu hiç beklemiyordum! İçeri girmek için davetiye gerektiğini nereden bilebilirdim ki? Bu manyak oyun bana bu konuda hiçbir şey söylemedi! Ben ona cevap vermediğim için paniklerken adam kaşlarını çatıyordu.
“Davetiyeniz yok mu? Bu bina sadece üyeler içindir. Davetiye olmadan giremezsiniz. Şimdi o zaman…” Sıradaki kişiye doğru döndü.
“B-bekle!” Aklıma bir fikir geldi. Hızla cebimi karıştırdım ve Derrick’in kolundaki düğmeyi çıkardım.
“İşte.” Düğmeyi görevliye uzattım. Düğmenin üzerinde Eckart ailesinin arması temiz bir şekilde oyulmuştu. Düğmeyi görünce gözleri büyüdü.
“Davetiyemi evde unutmuşum. Eminim bu işinizi görür?”
“B-ben sizin bu kadar onurlu bir soylu konuk olduğunuzu fark etmemiştim. Hoş geldiniz! İçeri buyurun!” İçeri girmem için aceleyle yol açtı. Gelişigüzel içeri girmeme rağmen şaşkınlığımı gizlemekte zorlanıyordum.
‘Dük’ün adı bu kadar mı güçlü? Belki daha da güçlü?’ diye düşündüm. Tabii ki bu numaranın Dük güçlü olduğu için işe yaradığından, yani her yerde işe yarayacağından yoksa Dük’ün bu pazarın düzenli bir müşterisi olduğu için ona değerli bir müşteri olarak ekstra ilgi gösterdiklerinden emin olamıyordum. Tüm bu köle pazarını ve bunun bu dünya için ne anlama geldiğini düşünmek ağzımda acı bir tat bıraktı.
“Lütfen müzayedeye kadar size eşlik etmeme izin verin.” Girişte beni karşılamaya bir ev sahibi geldi ve beni içeri götürdü. Onu küçük merdivenlerden aşağıya kadar takip ettim. Merdivenlerin bitmesi uzun zaman alacak gibi görünüyordu. İleride loş bir alan gördüm. Ev sahibi beni bir dizi kapıdan geçirerek, sokaktan gördüğüm o eski püskü binanın içinde olabileceğine asla inanamayacağım kadar geniş ve lüks bir alana soktu.
Böyle büyük bir yer en başından beri burada mı saklıydı? Geniş salon bir Kolezyum gibi dekore edilmişti, öyle ki büyük koltuklardan sahneye bakabiliyordunuz.
“Buraya oturun. Ve lütfen bunu alın.” Hizmetçi beni sahnenin en iyi görülebildiği en ön sıraya götürdü ve açık artırma için bana bir kart verdikten sonra ayrıldı. Oturdum ardından sahneye baktım.
“Bayanlar ve Baylar, lütfen dikkat! Açık artırma şimdi başlıyor!” Bir konuşmacı seslendi. Açık artırma çok geçmeden başladı. Zincirlenmiş köleler sahneye çıkarıldı.
“10 altın! 100 altın! Var mı arttıran? İleride 102 altın!” Müzayedeci fiyatları söylerken seyirciler de ellerini kaldırdı. Açık artırma kısa sürede insanların yüzleri ve atmosferi okuyarak savaştığı bir savaş alanına dönüştü. Sonunda sıra geldi.
“Herkes! Hepinizin beklediği an geldi. Bugünün son kölesi sahneye çıkıyor. Fethedilmiş bir ülkeden gelen bir barbar. Size köleyi takdim ediyorum, Eclise!” O ana kadar ilgisiz bir şekilde sahneye bakıyordum. Doğruldum ve ağzı kapalı, kelepçeli bir adamın sahneye getirilişini ilgiyle izledim. Grimsi kahverengi saçları vardı ve gözleri seyirciye keskin bir şekilde bakıyordu. Bu Eclise’di.
“Buradaki herkes bu köle hakkındaki söylentileri duymuş olmalı, değil mi?” Müzayedeci seyircilere gülümsedi. Ben Eclise hakkında herhangi bir söylenti duymamıştım ancak seyircilerin diğer üyeleri başlarını sallayarak söylentileri biliyor gibi görünüyorlardı.
“Ah, ama söylentiler yanıltıcı olabilir. Söylentiler ve gerçekler arasında genellikle büyük farklar vardır. Bu nedenle, izleyicilerimiz için özel bir etkinliğe ev sahipliği yaparken söylentilerin doğru olup olmadığını kendi gözlerinizle görmeniz için sizi davet ediyoruz!” Müzayedeci eliyle işaret etti ve bir hizmetçi Eclise’e küçük bir çocuğun tahta eğitim kılıcını fırlattı.
Ne yapıyorlar bunlar? Merakla başımı eğdim.
“Gıcııır-!” Bir kafes kapısının açılma sesi salonun her yerinden duyuluyordu. Beş sırtlan sahneye atladı.