Death Is The Only Ending For The Villain - Bölüm 23
“L-leydim!” Pennel ve Emily koşarak bana doğru geldiler. Eclise ile birlikte Eckart malikânesinin kapısına vardığımda sabah olmuştu bile.
“Leydi Penelope! Nere…” Pennel kekeledi.
“Gecenin bir yarısı nereye gittiniz?!” Emily, Kâhya’nın bir türlü bitiremediği sorunun devamını bağırarak söyledi. Onların tepkilerine ve gece kaçamaklarımın öğrenildiği gerçeğine dayanarak, Eclise’i gizlice malikâneye sokmanın imkânsız olduğunu anladım.
“…Babam da biliyor mu?” diye sordum.
“Tabii ki biliyor! Her şey tam bir felaketti! Genç efendilerin ikisi de seni bulmak için bir grup şövalyeyle dışarı çıktılar ve sonra gecenin bir yarısı bir köle taciri geldi!” Emily’nin sözlerini duyunca alnımı tokatladım. O köle taciri pislik kimliğimden o kadar şüphelenmişti ki güneş doğar doğmaz parasını almaya gelmiş. Derrick ve Reynold’un bu kadar ileri gidebildiğine inanamıyorum?
‘Kahretsin. O ikisini yanımda getirmemeliydim.’ Diye düşündüm.
“Çabuk, içeri girin Leydim. Acele edin!” Emily beni kapıdan içeri itmeden önce bir saniye bile kaybetmedi.
“Leydim, bu kim?” Kâhya sonunda Eclise’i fark etti ve beni takip etmeye çalışırken konağa giden yolu kapattı.
“Şu andan itibaren benim kişisel korumam olacak. Ona bir oda gösterip orada dinlenebilmesi için hazırlayın.” Diyerek talimat verdim.
“L-Leydim! Bu…” Kâhya, Eclise’i tepeden tırnağa tararken panikledi. İtirazlarına devam etti: “Bunu yapamazsınız Leydim! Kim olduğu bile belli olmayan birinin konağa girmesine nasıl izin verebiliriz?”
“Kâhya. O günden bu yana sadece birkaç gün geçti, ama görünüşe göre şimdiden talimatlarımı hiçe saymaya başladın.” Sözünü kestim. Çok yorgundum, yorgunluğumla birlikte çabuk sinirleniyordum.
Yapmak istediğim tek şey kendimi yatağa atmaktı. Ne yazık ki bundan önce halletmem gereken yığınla iş vardı ve hizmetkârlarla tartışarak vakit kaybetmeyi planlamıyordum.
“Sana odayı, Eclise’in rahat etmesi için iyi bir şekilde hazırlamanı emrediyorum.” Sert bir şekilde söyledim.
“…Anlaşıldı, Leydim.” Pennel boyun eğdi, itaat etmekten başka çaresi yoktu. Onu gerçekten tehdit etmek zorunda kalmadan önce kabul ettiğine sevinmiştim.
“Hey! Sen!” Girişten içeri adımımı attığım anda bir bağırış duydum. Bir ileri bir geri volta atan Reynold geldiğimi ilk fark eden oldu. Dük aniden sandalyesinden kalktı.
“Penelope!” Dük haykırdı.
“…Baba.” Cevap verdim. Dükün keskin bakışları yüzünden farkında olmadan birkaç adım geri attım. Her an bana bağıracakmış gibi görünüyordu.
“… Hemen çalışma odama gel.” Dedi. Bağırmaya niyetlendiyse de kendini tuttu. Dükün uzaklaşmasını izlerken tuttuğumun farkında olmadığım nefesimi dışarı verdim.
Ahh. ‘Bu sefer affedilmek için nasıl yalvarmalıyım?’ diye düşündüm. Tüm bunları sırf Eclise’i elde edebilmek için yaşıyordum. Eclise’e ters ters bakarken biraz kızgınlık hissettim. Ancak bu kızgınlık, başının üstünde ne olduğunu gördüğüm anda eridi.
[İlgi %18]
Kendimi tutmak zorundaydım. Sahip olduğum tek umut oydu. O sırada Reynold arkamda duran Eclise’i fark etti.
“Bu pis dilencinin burada ne işi var?” Tiksintiyle mırıldandı.
“Kâhyayı takip et, Eclise.” Reynold’un kargaşaya neden olmasından korkarak hemen emrettim.
“Kahyayı takip etmiş, sevsinler! Burası Eckart malikanesi.” Reynold o anda söyleyecek çok şeyi varmış gibi görünüyordu ama kendini tuttu. Muhtemelen hemen Dükün çalışma odasına gitmem gerektiğini ve onun şikâyetlerini dinleyerek gecikemeyeceğimi bildiği için kendini tuttu. Eclise bir bakıma Reynold’u andırır bir tavır takındı, bir şey söylemek ister gibi ağzını açtı ama söylemedi.
“Acele edip uslu bir çocuk ol.” Onu nazikçe cesaretlendirdim. O anda ikisini de dinleyecek vaktim yoktu. Emily’ye o ana kadar elimde tuttuğum maskeyi verdim ve biraz önce ayrılan Dükün peşinden gittim.
Dükün ofisine girdim ve kapıyı yumuşak bir tıkırtıyla arkamdan kapattım.
“Penelope Eckart.” Kapı kapandığı anda keskin bir ses kulaklarımı deldi.
“Evet, baba.” Önünde dururken kibarca cevap verdim. Sırtı masaya dönük bir şekilde oturuyordu.
“Bana her şeyi açıkla, başından sonuna kadar.” Dükün sesi ağır ve buz gibi soğuktu. Yüzünü göremiyordum. Bu sefer her şeyden paçayı sıyırabileceğimden emin değildim. İki kardeşin ilgisini etkilemediği sürece şöhretimin düşmesi pek de umurumda değildi. Bir an durup ne söylemem gerektiğini düşündüm. Daha önce iki kez işe yarayan yöntemi denemeye karar verdim.
“…Sana haber vermeden dışarı çıktığım için özür dilerim baba.”
“Görünüşe bakılırsa bugünlerde senden en sık bu sözleri duyuyorum.” diye cevap verdi. Özür dilemek üçüncü kez işe yaramayacak gibi görünüyordu. Söyleyecek söz bulamıyordum.
“Her zaman böyle özür diliyorsun, ama anlaşılan yaptıkların üzerinde düşünmüyor ya da hiçbir şey öğrenmiyorsun. Aklından ne geçiyor?”
“Bu…” Alt dudağımı ısırdım ve Dükü en iyi teskin edeceğini düşündüğüm sözleri söyledim: “Yemin ederim Eckart adını lekeleyecek hiçbir şey yapmadım, baba.”
“Bütün gece bunu söylediğini duymak için beklemedim!” Dük yumruklarını masaya vurdu. Bu ani hareket karşısında nefesim kesildi. Penelope’yi her zaman görmezden gelmişti, en iyi ihtimalle ilgisizdi. Dükün sinirlendiğini ilk kez görüyordum. Tepkisi beni korkutmuştu.
Ne yapmam gerekiyordu? Zihnim kararıyordu.
“Doğrudan konuya gir Penelope Eckart. Neden gece vakti tek bir koruman bile olmadan sokağa çıktın?” Dük, korkmuş bir halde cevap veremediğimi görünce derin bir iç çekti.
Soruyu bu kez daha yumuşak bir şekilde tekrarladı.
“Köle tacirlerinin bu sabah bizi ziyaret etmesinin açıklaması nedir? Tek bir gecede ne olmuş olabilir?”
“…Festivali görmek istedim.” Küçük bir iç geçirdim. Etkisini yitirmişse artık özür dilemenin bir anlamı yoktu.
“Neden gizlice çıktın? Hem de gece vakti? Eğer dışarı çıkmak istiyorsan benden izin isteyebilirdin!” Dük öfkeyle konuştu.
“İzin vereceğini düşünmüyordum.” Ben de cevap verdim.
“Ne?”
“Resmi bir iş için olmadıkça dışarı çıkmama asla izin vermedin.” Diyerek kendimi açıkladım. Ayrıca bu doğruydu. Bir kaçış deliği aramamın nedenlerinden biri de buydu. Oyunda Penelope her zaman ya Eckart Malikanesinin duvarları içinde ya da bir soylunun partisindeydi. Bana tam olarak doğrudan söylenmedi ama orada geçirdiğim zamana dayanarak, özellikle de sabah döndüğümde aldığım tepkiden sonra, Penelope’nin hayatı boyunca bir cezada olduğu çok açıktı.
Onu malikanede kilitli tutuyorlardı, özel olarak Penelope için bir davet gelmedikçe hayatı boyunca dışarı çıkmasına izin vermiyorlardı. Bu yüzden soylu bir hanımefendinin en az bir, çoğu zaman daha fazla koruması olması gerekirken Penelope’nin kendisine tahsis edilmiş kişisel bir koruması bile yoktu. Sürekli içeride kalacaksa neden bir korumaya ihtiyaç duysun ki? Penelope’nin koruması yoktu çünkü ihtiyaç yoktu.
Dük cevabımı düşünürken bir süre hiçbir şey söylemedi. Bir süre sonra kısık bir sesle devam etmemi istedi, ben de devam ettim.
“Ağabeylerimle karşılaşmam bir tesadüftü. Gitmeme engel olacaklardı ama festivale gitmeme izin vermeleri için onlara yalvardım. Sırf bir korumaya ihtiyacım var diye şövalyeler uyurken onları rahatsız edemezdim, bu nedenle benimle gelmeyi kabul ettiler. Festivalde birlikte yürüyorduk ki geçit törenini takip eden kalabalık bizi ayırdı. Kendimi korkutucu bir ara sokakta kaybolmuş buldum. Belalı bir asilzadeyle karşılaştıktan sonra neredeyse kendimi tehlikenin içinde bulacaktım.”
“Ne?” Dük aniden sandalyesinden kalktı. “Kimdi o? Kim buna cüret edebilir?”
“Çok telaşlandım. O kişiye iyi bakamadım.” Tepkisi beni şaşırtmıştı. Ona kim olduğunu söylemezsem kötü bir şey olacakmış gibi hissettim ve devam ettim, “Sadece Clurie dediğini duydum…”
“Clurie. Clurie mi dedin?” Ben onu sonsuza dek sadece domuz olarak hatırlayacaktım ama Dük aksini yapmaya ve bu ismi hafızasında sağlamlaştırmaya kararlı görünüyordu. İsmi defalarca tekrarladı. Bundan sonra ne yapacağından korkuyordum ama hikâyeyi bitirmek zorundaydım.
“Sonra oradan geçen Eclise beni kurtardı.”
“…Eclise mi? Bu sabah buraya getirdiğin adam mı? Diye sordu Dük.
“Evet, Eclise köle pazarından kaçmak üzereydi.” Dük ‘köle’ kelimesini duyunca kaşlarını çattı.
“Köle taciri onun yenilgiye uğramış bir ülkenin soylu bir ailesinden geldiğini söyledi.” Çabucak ekledim. Dük’ün kaşları çatıldı. Dükün sadece soylu statüsünden bu kadar etkilenmesi bana acı veriyordu.
“Eclise bana yardım ederken köle tacirleri tarafından yakalandı. Bana verdiğin çek ve ağabeyim Derrick’in düğmesi yanımdaydı. Ben de onu köle tacirinden satın aldım.”
“Yüz milyon altına mı?” İnanamayarak sordu.
“Hayatımı kurtaran birini terk edemezdim!” Elbette ona anlattıklarım gerçekte olanlardan farklıydı ama kurtarıcım olacak kişinin Eclise olduğu doğruydu.
“Sana o çeki bir köle satın alasın diye vermedim.” Dük öfkesini saklamadan konuştu. Benimle nasıl dalga geçtiğini, güldüğünü ve çek karşılığında kaç tane elbise almayı planladığımı sorduğunu hâlâ hatırlayabiliyordum.
“Ama benim yüzümden yakalanıp köle pazarına geri götürüldü… sırf bana yardım ettiği için. Kurtarıcımın iyiliğini nasıl geri ödemem? Bir Eckart olarak zor durumdaki birini nasıl terk edebilirim? Bir canavar bile iyiliğe nasıl karşılık verileceğini bilir.”
Çalışma odasının kapısı çarparak açıldı.
“Sen! Var ya…” Derrick hışımla içeri girdi. Yüzü solgundu ve ter içindeydi. Bana doğru büyük adımlar attı, kızgın bir yüzle bakıyordu. “Nerelerdeydin?” diye devam etti.
“A-ağabey.” Panikledim. Tepkisini ölçmek için Dük’e baktım. Dük hiçbir şey olmamış gibi ifadesiz kaldı.
“Bakmadığım tek bir yer bile kalmadı. Bakılmadık yer bırakmadık. Genelevlerin bulunduğu bölgeye bile gittik. İnsan kaçakçıları tarafından kaçırılmış olabileceğini düşünerek seni her yerde aradık! Sandık ki!..” Derrick omuzlarımı tutarak bağırdı. Onu hiç bu kadar perişan görmemiştim. Davranışları yeterince kafa karıştırıcıyken, başının üstünde gördüğüm şey daha da kafa karıştırıcıydı.
[İlgi %13]
Neler oluyor? Kalabalığın içinde ondan uzaklaşırken adımı haykırdığında Derrick’in yüzünde beliren ifadeyi hatırladım. Çaresiz bir ifadeydi. Derrick Penelope’den o kadar nefret ediyordu ki nefret kelimesi yetersiz kalıyordu. Nefreti o kadar güçlüydü ki, Penelope oyunda ona ne zaman ‘ağabey’ dese ilgisi taş gibi düşüyordu. Penelope’den bu kadar nefret ettiği için Derrick’in yolunu denemeyi aklımın ucundan bile geçirmedim.
İlgisi 0’ın üzerinde kaldığı sürece mutlu olurdum. Sanırım bu yüzden festivalde ayrıldığımızda kendisi gibi görünmemesi hakkında fazla düşünmedim.
…Ama neden? Önce Derrick’e, sonra ilgi çubuğuna, sonra tekrar Derrick’e baktım. Dük’ün odada olduğunu tamamen unutmuştum.
Neden böyle çaresiz bir yüz ifadesi takınıyorsun?