Death Is The Only Ending For The Villain - Bölüm 3
“…Leydim.”
“Leydim. Lütfen artık kalkın.” Derin bir uykuda olmama rağmen, tepemde fısıldayan birinin ufacık varlığıyla uyandım.
Bütün bunların sadece bir rüya olduğunu ummak beni bütün gece uyanık tutmuştu. Başıma gelenleri kabul etmeyi reddediyordum. Uyanmayı dileyerek saatlerimi harcadım. Gerçi bir yerden sonra uyuyakalmışım.
“Leydim.” Temkinli bir kadının sesi bana sesleniyordu.
‘Bana mı sesleniyor?’ diye düşündüm. Mavi gözlü iki adam çoktan gitmişti ve hatırladığım kadarıyla dün gece benim dışımda odada kimse yoktu. Bir eleme sürecine dayanarak “leydi” olarak hitap edilecek tek kişinin ben olduğuma karar kıldım.
Ona cevap vermedim. Uykuluydum ve düşünürken dalıp gitmiştim. Bana seslenen kişiye cevap vermek aklımda değildi. Bir dakika sonra arkamdan bir hışırtı sesi duydum. Yorganın dışından ön koluma yıldırım gibi keskin bir ağrı girdiğinde yarı uyanık bir halde yataktan çıkma zamanımın geldiğine karar vermiştim.
“Ahh!” gözlerim hızla açıldı ve çığlık atarak yorganımı tekmelemeye başladım. Bu ani acıya neyin sebep olduğunu görmek için elbisemin kolunu sıyırdım.
Gök mavisi geceliğimin koluyla çarpıcı bir tezat oluşturan solgun tene gözlerim fal taşı gibi açılmış bakıyordum. Ağzım açık kalmıştı… Ön kolum, iğne izlerine benzeyen mavi, mor çürük ve yaralarla kaplıydı. Eğer cildim bir kumaş olsaydı, delik deşiklerle dolu olurdu. Delinmiş taze izden küçük bir damla kan sızdığını fark ettiğimde hala bir şok halindeydim.
“Artık uyanıksınız.” Kadının aldırışsız sesi yatağımın yanından geliyordu. Kafamı çevirdiğimde yüzü çillerle dolu kahverengi saçlı bir kız gördüm. Hizmetçiydi. Oyunu oynadığım zamanlarda hiçbir hizmetçinin yüzü yoktu ama hepsi aynı hizmetçi kıyafetini giyiyordu. İğneyi nereye sakladı bilmiyorum ama şu anda ellerinde bir şey yoktu. Orada öylece durmuş beni izliyordu, hoşnut bir sırıtışla benimle alay ediyordu. Onun derdi ne? Yatakta uyuyan birisine böyle bir şeyi nasıl yapar?!
Ona çemkirmek için ağzımı açtım.
“…” ne kadar uğraşırsam uğraşayım kelimeler ağzımdan çıkmıyordu.
Kahretsin, sesim çıkmıyordu! Herhangi bir seçeneğim olmadığı müddetçe hiçbir şey söyleyemiyor muyum? Neden hiç kimse bana bu durumda yardım etmiyor? Lanet olsun! Tek yapabildiğim konuşamadan hizmetçiye dik dik bakmaktı. Hizmetçi, sanki dikkate değer bir şey olmamış gibi davranıyordu.
“Banyoyu hazırladım. Rica etsem gidip kendiniz yıkanabilir misiniz, Leydim?” Dudakları kötü bir gülümsemeyle kıvrıldı ve benimle hala içindeyken yatağı toplamaya başladı. Bu kadının içinde bulunduğum bedene zarar vermeye alıştığı belliydi.
Alt dudağımı dişleyerek bir süre daha yatakta oturdum ama nihayetinde hizmetçi kalkıp banyoya gitmem konusunda beni zorladı. Banyoyu hazırladığını söylemişti ama bulduğum tek şey buz gibi suyla dolu bir küvetti. Sadece parmak ucumu daldırmama rağmen tüylerim diken diken olmuştu.
‘Benimle ilgilenmesini beklemiyordum ama bu, bu çok fazlaydı işte.’ diye düşündüm.
Oyun, kötü kadının çok kötü muamele gördüğünü söylüyordu ama ayrıntıları hiç açıklamamıştı. Bana nasıl fena davranıldığını görmek beni durumun gerçekliğiyle yeniden yüzleşmeye zorladı. Gerçekten de oyuna girmiştim. Eski yara izlerine ve yeni oluşan kabuklara bakmak için geceliğimin kolumu yukarı çektim.
Gözlerim yaşlarla dolmaya başlamıştı.
Bu ne? Oyunda böyle bir şey göste- aniden oyunda kötü kadının tek omzu açık bir elbise giydiği çizimi hatırladım. Kötü kadının bir ön kolunda birkaç küçük noktalar vardı. Çizerin küçük bir hatası olduğunu veya muhtemelen bir doğum lekesi olduğunu sanmıştım. Belki açmayı başaramadığım hikâyelerin birisinde ortaya çıkacak önemli bir şeydir diye düşünmüştüm. Bunların Penelope’nin istismar izleri olacağını asla tahmin edemezdim! Bu inanılmaz karmaşanın içinde kısa bir an için, oyunun hikâyesinin bir çizimde bu kadar küçük ama önemli ayrıntılara sahip olmasının ne kadar detaylı olduğuna şaşırdım.
“Leydim. Kahvaltı hazırlandı. Daha bitirmediniz mi?” hizmetçi banyo kapısının diğer tarafından ısrar etti.
Canım sıkılmıştı ama başka seçeneğim yoktu. Kafamı dondurucu derecede soğuk suyun altına gömdüm. Bu hiçbir şey. Yıllardır o şerefsiz üvey ağabeylerden daha beterini çekmiştim. Bu ne ki?! O kadar sinirliydim ki aniden hizmetçinin üstüne atılıp bana yaptığı gibi o şıllığa iğneyi saplamak istiyordum ama kendimi tutmam gerekiyordu. Bilmediğim çok fazla şey vardı. Ve hala özgürce konuşamadığım bir durumda sıkıştım.
Yüzümü bir havluyla kuruladım ve banyodan dışarı adımımı attım. Küçük bir masanın üzerinde biraz az miktarda yemeğin olduğunu görebiliyordum, tıpkı hizmetçinin söylediği gibi. Görünüşe bakılırsa öğünlerimi odamda yiyordum. Bu muhtemelen, dükün en büyük oğlunun bana biçtiği cezanın bir parçasıydı.
“Oturun, leydim.”
Hizmetçi beni sandalyeme doğru çekiştirdi. Oturur oturmaz kaşlarımı çattım. Önümdeki yemek insanların tüketeceği bir şey değildi. Hiç yenilebilir gibi durmuyordu. Bir parça küflü mavi ekmeğin olduğu bir tabak ve etrafında yüzen gizemli katıların bulunduğu bir çeşit kalın gri çorbayla dolu bir kâse vardı. ‘Bu çöp yığını benim yemeğim mi? Bunu mu yemem gerekiyor?’ diye düşündüm.
“Acele edip yiyin. Aç olduğunuzu biliyorum.” Hizmetçinin ağzı kulaklarına varıyordu. Dişlerimi sıkıp ona baktım. Beyaz bir kare tam gözlerimin önünde belirdi.
1 – (Masayı devir) Bu ne? kafayı mı yedin sen?! Bana hemen şefi getir! Hemen!
2 – (Çatalı hizmetçinin ağzına tıka) Bana bu lapayı yememi mi söylüyorsun? Köpeğin önüne koysan yemez!
İlk sen tat bakalım!
3 – (Ye.)
Bu seçenekleri biliyordum. Bu sahnede yanlışı seçtiğim için iki kere “Oyun Bitti” almıştım.
Eğer 1. Seçeneği seçersem, her çalışanların hepsi Düke koşup kendilerini acındıracak ve Penelope’ye yok yere kötü kadın yaftası yapıştıracaklardı. Penelope’yi cezalandıran en büyük oğul bunu duyacaktı ve o kadar öfkelenecekti ki Penelope’nin cezalı kaldığı süre boyunca kimsenin ona “bir damla su” bile getirmemesini emredecekti. Ve böylece, Penelope de açıklıktan ve su kaybından ölecekti. Bir sonraki denememde 2. Seçeneği seçtim. Şu işe bakın ki Dükün küçük oğlu oradan geçiyordu ve kargaşayı gördü. Kötü kadını hizmetçiden uzaklaştırmak için atladı. Bu esnada Penelope’yi o kadar sert itti ki yere düştü. Çatalı da düşmüştü ve çatal boğazına saplanıp öldürdü. Gerçekten saçma bir ölüm şekliydi.
Sonunda geriye seçecek tek bir seçenek kalıyor diye kendi kendime düşündüm. 3. Seçeneği takip eden sahne muhtemelen malikânede kötü kadın ve çalışanlar arasındaki ilişki hakkında bir hikâye içeren sahneydi. Ama oyunu oynadığımda, ana karaktere dönüşen kötü kadının hak etmediği bir muameleye maruz kaldığı bir sahneyi izlemek istememiştim. Bu nedenden ötürü de o kısmı atlamıştım. Zaten açmam gereken bir sürü başka bölüm vardı, o yüzden bunu hemen oynamama gerek yoktu.
Gerçi şu anda, beni “bölüm” menüsüne götürecek “geri dön” tuşu da yoktu.
Kahretsin.
Yanımda dikilen hizmetçiye kederli bir şekilde baktım ve çaresizce 3. Numarayı seçtim. Seçer seçmez, iradem dışı istemsiz olarak hareket etmeye başladım, sanki birisi bedenimi kontrol ediyordu! Elim kaşığı kavradı ve rezalet çorbaya daldırıp çıkardı. Yemeyip bununla savaşmayı umutsuzca istesem de, kâseden ağzıma doğru ilerlerken elim sadece hafifçe titriyordu. Gri sıvıdan birkaç damla masaya düştü. İğrenme direncim ve iradem her ne kadar güçlü olursa olsun, bedenimin kendiliğinden hareket etmesini durduramıyordum. Çorba istemsiz bir biçimde açılan ağzıma doğru ilerliyordu.
Iyy.
Dilimde gri sıvının sıcak hissini hissetmiştim ve aynı anda korkunç bir tat beni boğdu. Bu yemek falan değildi. Resmen kaynatılmış hakiki çöp tadıydı. Bedenim kendi kendine hareket etmeye devam ediyordu, böylece çöp suyunu içiyordum.
Hizmetçinin soluğu kesilmişti, sanki cidden yemeği yememi beklemiyordu.
Öğğ. Kusacakmışım gibi hissediyorum! Öğürdüm. İğrenme hissini unutmak için çok uğraşıyordum.
Sanırım bir kaşık dolusu hakiki çöpten ölmezdim ya. Sağ salim bir bölümü geçtiğim için rahat bir nefes verdim. Yanılmıştım.
Neler oluyor? Ne? Elimle tuttuğum kaşık durmuyordu. Ellerim küflü mavi ekmeği ve gri çorbayı ağzıma sokmaya devam etti. Hizmetçi bozulmuş yemeği yememi izlerken yüzünün beti benzi atıyordu. Vücudum ancak Dükün ikinci oğlu odaya giriş yaptığında istemsiz hareketlere son vermişti.
“Ne yapıyorsun?” diye sordu.
“G-genç efendi Reynold!” hizmetçi bu ani gelişe telaşlanmıştı.
“Öğğk, öğğ!” öğürdüm.
Hizmetçinin aksine yeni ziyaretçimize odaklanacak zamanım yoktu. Sakinliğimi korumak tüm gücümü tüketmişti. Midem çok bulanıyordu, yediğim her şey her an fışkıracakmış gibiydi. Öğürürken ağzımı iki elimde kapattım.
Neden böyle şeyleri yaşamak zorundayım? Oyuna girmeden önce bunları zaten fazlasıyla deneyimlemiştim. O cehennemin dibindeki evde o iki şerefsizin elinden ne kadar çektim ben? İster okul olsun ister yemek, beni hiç rahat bırakmıyorlardı. Onlar yüzünden sürekli hastaydım. Gerçek dünyada böyle şeyleri yeterince yaşamıştım. Ve şimdi bu kurgu dünyada aynı şeyleri tekrar yaşamam gerektiği düşüncesi bile beni iğrendiriyordu.
“Öğğ, öğğ…” parmaklarımın arasındaki boşluklardan sızarak bir tükürük teli ağzımdan kaçtı. Durumun hem iğrençliği hem de adaletsizliğinden gözlerim yaşarmaya başladı. Zehir içmiş bir insan gibi inledim. İnlemelerimi duyan pembe saçlı genç adam bana doğru yaklaştı.
“Hey, sen iyi…” cümlesi yarıda kesildi ve gözleri şaşkınlıktan fal taşı gibi açıldı. Donakalmıştı… Masanın üstüne kurulan şeyi gördüğünde yüz ifadesi daha da şaşkın bir hale geldi.
“Bu…”
Küflü mavi ekmeğe ve bozulmuş çorbaya baktı. Berbattı. Aklı başında olan hiç kimse dükalık ailesinden bir leydiye bunların servis edilmediğini bilirdi. Avam tabakadaki bir insan bile bu çöpü yemezdi. Yarı yenmiş yemeği ve daha da soluklaşırken öğüren ve ağzını kapatan evlatlık küçük kız kardeşini görünce, genç adamın yüz ifadesi şaşkınlıktan korkunç bir öfkeye dönüştü.
“Bu ne böyle? Hey, az önce ona ne yedirdin sen?”
“G-genç efendi! B-bu, şey…” genç adamdan yayılan öldürücü havayla hizmetçinin rengi atmıştı. Korkudan titremeye başlamıştı. ‘Böyle bir şey olacağını öngörememiş olsa gerek.’ diye düşündüm. Yoldan geçen biri, her zaman şikâyet eden ya da olay çıkaran sahte bir leydinin şikâyet etmeden, kasıtlı olarak hazırlanmış, çürümüş yemekler yiyeceğini nasıl tahmin edebilirdi ki?
“Dükalıkla dalga geçmeye nasıl cüret edersin?! Sen ki bir hizmetçi parçası, efendinin yemeğine böyle şeyler mi yapıyorsun?!” pembe saçlı adam doğru düzgün cevap vermeyen hizmetçiyi tersledi.
“Genç efendi! Bu, bu bir yanlış anlaşılma! Genç efendi!” diye yalvardı.
“Çekil git gözümün önünden! Hemen defol!” bağırdı.
“G-genç efendi!”
“Tüm bu durumu babamla ağabeyime uygun bir dille açıklayacağım,” diyerek tehdit etti. “Orada birisi var mı? Kâhya nerede!” pembe saçlı adam yardım çağırmak için kapıya doğru döndü.
ÇEVİRMEN: CRESCENT