Death Is The Only Ending For The Villain - Bölüm 32
Death Is The Only Ending For A Villainess
- Bölüm
“Herkes ellerini çırpsın!” diye bağırdım ve ellerimi üç kez çırptım. Çocuklardan hiçbiri eşlik etmedi, zira bu uygulamayı yabancı buluyorlardı ama yine de hepsi sessizce bana baktı. Fırsatını bulmuşken konuştum. “Benim kim olduğum ya da sizin kim olduğunuz gerçekten önemli değil. Önemli olan değerli bir eseri yok etmek üzere olmanız!”
Çocuklar bana boş boş baktı.
“Keskileriniz ve çekiçleriniz yok mu? Lonca ustanız size buzu büyü ile yok etmenizi mi söyledi?” Aslında merak ettiğim için sormuştum fakat çocuklar sanki onları azarlıyormuşum gibi tepki verdiler. Suçlu bir ifadeyle bakışlarını yere indirdiler.
“Hayır…” diye mırıldandı asasını bana doğrultmuş olan çocuk, bozulmuş görünüyordu. Ardından cebini karıştırıp bir şey çıkardı. “Lonca ustası bize bunları bıraktı aslında…”
Elinde küçük bir buz kıracağı ve çekiç vardı. Diğer çocuklar da kendi keski ve çekiçlerini çıkardılar.
“Buz bunları kullanmak için çok kalın!” diye yakındı bir çocuk.
“Üstelik büyülü de! Buz birkaç dakika sonra tekrar büyüyecek!” dedi bir diğeri.
“Büyü yapabiliyoruz, bu şekilde daha çabuk çıkarabileceğimizi düşündük…” diye mırıldandı üçüncüsü. Çocuklar üzgün görünüyordu. İç çekerek elimi uzattım.
“Ver şunları bana,” dedim. Çocukların birinden buz kıracağı ve çekiç alarak, neredeyse boyum kadar olan büyük buz kütlesine yaklaştım. Meraklı çocuklar arkamda toplandı.
Haklıydılar.
Patlatılan buz parçaları yeniden oluşuyordu. Sandığın serbest kalan köşesi yavaş yavaş tekrar buzla kaplanmaya başlamıştı. Yayılan buzu dikkatle inceledim ve yenilenme kabiliyetinin bir sınırı olduğunu fark ettim. Sandığın köşesi hala hafifçe açıktaydı, buzun yayılması tekrar tamamen kaplanmadan önce durmuştu.
Bu işi doğru yaparsam onu kurtarabilirim.
Aslan maskeli çocuğa “Biraz sıcak su getirebilir misin?” diye sordum.
“Evet! Sihirle biraz getirebiliriz!”
“Esere zarar vermek istemezsin. Buzun üzerine püskürtebilir misin? Ama sandığın üzerine su gelmemesine dikkat et.”
Çocuk hevesle başını salladı ve asasını tekrar havaya kaldırdı. “Su Fizyonu!”
Sopanın ucundan yumuşak bir su sisi püskürdü ve birkaç dakika sonra seslendim, “Tamam, dur. Şimdi işaretimi bekle ve tekrar püskürt.”
“Tamam!”
Onları azarlamayı bırakıp durumla kendim ilgilenmeyi tercih ettim. Sıcak su, temas ettiği anda buzun sert yüzeyini eritmişti. Göğsümden uzak tutmaya dikkat ederek kazmanın ucunu yumuşamış buzun içine yerleştirdim ve çekiçle sapına sertçe vurdum. Bir çatlama sesiyle birlikte sandığın etrafındaki buzda büyük bir çatlak oluştu. Kazmayı çatlağa birkaç kez daha soktum ve kısa süre sonra sandığın köşesini tamamen ortaya çıkaracak şekilde büyük bir buz parçasını kaldırmayı başardım. Uzun bir süre bekledim, sadece izledim ve şüphelerim doğrulandı. Aynı bölge birden fazla kez ortadan kaldırılırsa buzun yenilenmesi çok daha uzun sürüyordu.
“Sanırım bu, esere zarar vermeden buzu ortadan kaldırmanın tek yolu olabilir…”
“Ne demek istiyorsun?” diye sordu bir çocuk.
“Eski usul,” dedim ve bana parlayan gözlerle bakan çocuklara hiç acımadan haberi verdim. “Büyüyle kolaya gitmeye çalışmayın. Buzu eritmeniz ve parça parça kırmanız gerekecek.”
“Ah…” Hepsi sızlandı. Anlaşılan daha basit bir yol olduğuna ikna olmuşlardı.
“En azından oyulan bölgenin yenilenmesi daha uzun sürüyor gibi.”
Çocuklardan biri “Yani aynı yeri tekrar tekrar oyuyor muyuz?” diye sordu.
“Evet,” dedim başımı sallayarak. “Ben önce, küçük aslanımızla buz üzerinde çalışacağım. Geri kalanınız dağılın ve bir köşe bulun, sonra onu yontmaya devam edin, tamam mı?”
“Tamam!”
İtaat etmek için çabalarken gözlerinin coşkuyla parladığını görmek biraz gururumu okşadı. Ben de ne yaptığımı bildiğimi hissettiğim için biraz heyecanlıydım. Hevesli çocuklar beni takip etmek için çırpınırken, eserin çıkarılmasına ciddi bir şekilde yardım etmeye başladım. Kazı sürecini birçok kitapta okumuştum ama daha önce hiç kendim denememiştim.
Üniversitede bunu denemek için bolca fırsatım olacağını düşünmüştüm… Acı acı gülümsedim. Uzun zamandır beklediğim hayalimin, ilk kez bir oyun dünyasına girmeye maruz bırakıldıktan sonra gerçekleşeceği kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi.
“Şimdi, o zaman. Tam buraya vurmayı dene. Kazmanın kutuya temas etmediğinden emin ol yoksa çizersin.”
“Ben de denemek istiyorum!”
“Ben de, ben de!”
Meğer beceriksiz çocuklar, benden daha hassas bir dokunuşa sahipmiş. Bir süre buzu yonttuk ve eserin bulunduğu değerli sandığın sadece yarısı ortaya çıktığında hepimiz çok yorulmuştuk. Etraftaki zeminin sırılsıklam olmasını bekliyordum ama şaşırtıcı derecede kuruydu, toprak kazıyor olsaydık karşılaşacağımızdan çok daha temizdi. Bunun en büyük nedeni, halen büyülü gibi görünen buz taneciklerinin yere düşüp erimemesiydi.
“Off, sırtım…” Buzun üzerinde çömeldiğim yerden doğruldum. Tüm vücudum ağrıyordu. Belli ki çocuklar da yorulmuştu, homurdanıyor ve bacaklarına masaj yapıyorlardı.
“Bu çok zor…”
“Çok zor.”
“Ama yolu yarıladık!” diye bağırdı çocuklardan biri, neşeli görünmek için elinden geleni yaparak.
“Haklısın!” diye cevap verdi bir diğeri. Çalışmalarımıza şöyle bir baktım ve sandığın üzerinde tek bir çizik bile olmadığını fark ettim. Sırıttım. “Herkes iyi iş çıkardı.”
“Hepsi sizin sayenizde, hanımefendi!”
“Bu doğru! Hepsi sizin sayenizde oldu!”
Çocukların hepsi birden bana doğru koştu, alkışlayarak takdir ettiler.
Bana hanımefendi demeyin demiştim, diye düşündüm hayal kırıklığıyla. Ancak hâlâ maskeyi taktığım için duruma razı oldum ve ben de alkışladım. Tam o sırada arkamdan ürpertici bir ses duydum.
“Kimsin sen?”
El çırpmanın ortasında avuçlarımı garip bir şekilde birbirine bastırarak donakaldım. Buraya ilk başta neden geldiğimi unutmuş, tarihi eseri kazmaya dalmıştım.
“Burada ne yapıyorsun?” diye sordu ses.
Eklemlerim aniden paslanmış gibi sertçe arkamı döndüm. Beyaz tavşan maskesi takmış uzun boylu bir adam az ötede duruyordu.
Winter Verdandi.
“Buraya herhangi biri tarafından tespit edilemez ya da erişilemez bir büyü yaptım.” Maskenin göz deliklerinden lacivert gözlerin buz gibi soğuk bir şekilde bana baktığını görebiliyordum. Büyük, ağır bir asayı yavaşça kaldırıp bana doğrulttu. “Bir maske takıyorsun. Büyücü müsün?”
Asanın tepesinde beyaz bir ışık parlıyordu ve her an bir büyü ışınının bana doğru uçabileceği hissine kapıldım. Yutkundum, umutsuzca ne söyleyeceğimi düşünmeye çalışıyordum. Ona gizli bir yan görev yaptığımı söyleyemezdim, değil mi? Bu çıkmazdan kurtulmanın en iyi yolu neydi?
Maskemi hemen çıkarıp ona kim olduğumu söylesem mi?
Tereddüt ederken, başının üzerindeki rakamların tehlikeli bir şekilde yanıp sönmeye başladığını fark ettim…
[Sevgi Puanı %9]
Sonra bildirimler görünmeye başladı.
Sevgi Puanı eksi %1
Sevgi Puanı eksi %2
Sevgi Puanı eksi %2
Sevgi Puanı eksi %1
Sevgi puanının üzerinde yanıp sönen minik mesajların telaşı çenemi düşürdü.
Ne? Bu da ne böyle?
[Sevgi Puanı %3]
Hayır! Lütfen, hayır!
Sevgi puanı bir anda %3’e düşmüştü. Ve orada da durmamıştı. Harfler ve rakamlar hâlâ tehditkâr bir şekilde yanıp sönüyordu. Titreyen alt dudağımı ısırdım.
Ceza yok sanıyordum. Kimse bana eksi puandan bahsetmedi! Öf ya!
Hâlâ maske takıyor olduğum için rahatlamıştım. Yüzüm görünseydi, olayların bu beklenmedik dönüşü karşısında gözyaşlarına boğulabilirdim. Winter hâlâ bana doğrultmuş olduğu asasını salladı.
“Buraya nasıl girdiğini hemen anlat,” diye bastırdı.
“Ş-şey…” diye başladım. Bu dünyaya geldiğimden beri sevgi puanımda böyle ani bir düşüş yaşamamıştım ve bu yüzden zihnim bomboştu. O kadar şaşırmıştım ki söyleyecek tek bir kelime bile bulamıyordum. Dudaklarım çaresizce kıpırdandı ama hiçbir şey çıkmadı.
“Onu buraya biz getirdik!” diye bağırdı çocuklardan biri, hepsi önüme koşup aramıza bir bariyer oluştururken.
“Bu kadın tarihi eser kazıları hakkında çok şey biliyor gibi görünüyordu, biz de ondan bize yardım etmesini istedik!”
“Evet!” diye bağırdı başka bir küçük ses.
“Bize yardım etti, neredeyse bitirdik! Bakın!”
Arkamızdaki buz parçasını işaret ettiler. Winter buza baktı, gözleri kısa bir süre için büyüdü.
“Size defalarca yabancıların buraya girmesine kesinlikle izin verilmediğini söyledim,” dedi çocuklara sertçe.
“Ama o misafir olduğunu söyledi!”
“Ve bize verdiğiniz görev çok zordu…”
Çocukların benim için kendilerini öne atmasını beklemiyordum. Ne de olsa sadece birkaç saat önce tanışmıştık. Yine de ne kadar minnettar hissettiğimi düşünecek zamanım olmadı. Winter’ın soğuk bakışları çocuğun dudaklarından “misafir” kelimesini duyar duymaz değişti. Eser ile benim aramda bir bakış attı, sonra parlayan asasını indirdi ve kibarca eğildi.
“Kaba davrandım, çocuklara yardım ettikten sonra da size öyle davrandım. Lütfen beni affedin. Burası genellikle seçkin birkaç kişi dışında herkese kapalıdır.”
Bu, oyunun aşk hedeflerinden birinden duyduğum ilk özürdü, Eckles’ın af dilemesini saymazsak tabii. Bu dünyada hiç kimse Penelope’den özür dilememişti. Ancak özür beni mutlu hissettirmedi. Buzla oynarken heyecanlandığım için kendimi aptal gibi hissettim. Şimdi, Winter’ın beni öldürebileceğinden korkuyordum.
Çevirmen: Crescent