Death Is The Only Ending For The Villain - Bölüm 5
Hayatta kalmak için bir yol bulmam gerekiyordu. Zor modda erkek hedeflerin ilgisini yükseltmek çok zordu ve negatif ilgiye düştüğünde ölüm kaçınılmazdı. Hele de Dükün küçük oğluyla uğraşmak daha da kötüydü. İlgisi çoktan negatifteydi. Eğer ilgi yükselmezse onunla herhangi bir etkileşim, ani ölümüme neden olurdu.
Banyodan çıktıktan sonra odamda bir kalem ve kâğıt sayfaları aradım. Oyunla ve karakterlerle ilgili tüm bilgileri düzenlemem gerekiyordu. Bu sahte Leydi en azından asil bir Leydinin sahip olması gereken şeylerden birkaçına sahip olduğu için ne kadar da şanslıydım. Penelope’nin büyük odasında kocaman bir kitaplık ve çalışma masası vardı. Çalışma masasına hemen oturdum. Tüyün ucunu biraz mürekkebe batırdım ve yazmaya başladım.
“Önce karakterler,” kendi kendime sesli bir şekilde söyledim.
Oyunda beş erkek hedef vardı: Dükün iki oğlu, Veliaht Prens, büyücü ve şövalye. Boş kâğıt parçalarına hatırlayabildiğim her şeyi yazdım. İlk olarak Derrick Eckart vardı, Dükün büyük oğlu olurdu kendisi. Teknik olarak meşru mirasçıydı ve unvanı “Genç Düktü.” Tam bir soylu adamdı. Eckart ailesinin sıradaki Dükü olmak için hazırlanmakla çok meşgul olduğu için genelde Penelope’ye ilgisi yoktu. Fakat kan bağı olan kız kardeşinin yerini aldığı için Penelope’ye güçlü ve yoğun bir şekilde tepeden bakıyordu. Oyunda Derrick’in doğrudan Penelope’yi öldürmesi seyrekti ama bir hata yaptığında onu cezalandırmayı asla unutmazdı. Tıpkı, beni dün odama kilitlemesi gibi…
Sırada Dükün küçük oğlu Reynold Eckart vardı. Onun hakkında söyleyecek pek bir şey yoktu. Hırçın, aşırı eleştirel kişiliğe sahip, tuhaf ve heyecanlı bir adamdı. Penelope’yi gördüğü her an sürekli kavga çıkarıyordu. Ayrıca, Penelope’ye kötü davrananlar arasında da en başı çekiyordu. Ona zorbalık eden ilk kişiydi ve onun bu zulmü, hizmetkârların kötü davranışlarına da kapı aralamıştı. Sahip olduğu tuhaf kişilik, Penelope için her daim ölümün habercisi olduğundan, garip veya beklenmedik gelişmeler aniden ortaya çıkabiliyordu. Mesela çatalın üzerine düşmek gibi…
“Şimdi düşününce, şu ikisi eski evimdeki şerefsizlere biraz benziyor gibi…” Cıkladım ve ikisi hakkındaki bilgileri gözden geçirdim.
Bu ikisi normal modda ustalaşmanın en kolay yoluydu. Bunun nedeni muhtemelen Yvonne’ye duydukları sevgi aile sevgisiydi, bir sevgilinin duyduğu aşk değildi. Penelope’nin bu ikisiyle en ufak bir ilgisi yoktu o yüzden yollarının yine kolay olup olmayacağını bilmek imkânsızdı. Reynold’un ilgisinin negatiften başlaması da cabası! 0 bile değil, negatif ya! Oyunun yapımcıları bana bir mesaj gönderiyordu sanki! Reynold tam bir umutsuz vaka, bu yüzden o yolu deneme bile. Üstelik, “Oppa” lafını duyunca dahi kusacak gibi oluyordum. Kafamı sallayarak isimlerinin üstüne koca bir çarpı attım.
“Bu ikisinden hayır gelmez.” İki erkek kardeşten tamamen vazgeçmeye karar vermiştim.
“Sıradaki, Veliaht Prens.” Hatırlayabildiğimi yazıyordum.
Veliaht prens Callisto Regulus. Onun hakkında bildiğim tek bilgi normal moddaki yoluydu. Talihsiz çocukluk olayları nedeniyle kendi hayatına çok az değer veren Veliaht Prens, sonunda kötü kadın Penelope’yi cezalandırmadan önce kalbini iyileştiren melek ana karakterle karşılaşıyordu. Bu, normal modda adaletin yerini bulmasıydı ama Penelope’nin bakış açısından Veliaht Prens bir ölüm meleğiydi. Zor modda oynadığımda Veliaht Prens Penelope’yi diğer herkesten daha çok öldürüyordu. Sıfırla tuşuna basıp başlangıca geri dönmek için ara sahneleri atlıyordum, hatta onun yolunu her seferinde atlayarak geçtiğim için de ara sahnelerde yaşanan olayların çoğunu unuttum.
“Veliaht prensin yanından bile geçmeyeceğim” dedim, Callisto’nun Penelope’nin boğazını kestiği çizimleri canlı bir şekilde hatırlamıştım. Omurgamdan aşağı doğru bir ürperti geçti. Hemen Veliaht Prensin isminin üzerine bir çarpı attım ve emin olmak için birkaç tane daha attım.
Bir sonraki Vinter Belldandy’di. Büyücü ve Marki rütbesinde soylu bir adamdı. Bir büyücü olarak çalışırken, soylu kimliğini gizli tutuyordu. Bilgi simsarı olarak da çalışıyordu; bilgiyi ve gizemli nesneleri değiş tokuş ediyordu. Mesleği sayesinde, hem ana karakterin aslında Dükün uzun süredir kayıp olan kızı olduğunu keşfedebildi hem de kötü kadının şeytani planlarını öğrenebildi ki bu da, onun hızla ana karakteri uyarmasına veya bu kumpası kendi başına bozmasına olanak sağladı. Oyundaki onur ve cazibe puanlarının kazanılmasında en çok yardımcı olan karakter de oydu. Genelde perde arkasından ana karaktere yardım eden sevimli bir adamdı. Zor modda nasıldı bilmiyordum. Daha Vinter’ın yoluna bile başlayamadan Veliaht Prens ve Dükün iki oğlu yüzünden ölmekle meşguldüm. Zor modda karakterini pek bilmediğim için az önce bahsettiğim şu üç serserinin aksine onun bir potansiyel taşıma ihtimalinin iyi olduğunu düşündüm. Şimdilik onun ismine dokunmamaya karar vermiştim.
“Ve son olarak, Iklies.” Sayfaya ismini yazdım. Iklies Dükün evinde bir şövalye konumuna gelen yabancı bir köleydi. Dük bir etkinlik için kasabanın dışına çıktığında Iklies’a rastlıyordu, olağanüstü kılıç hünerlerini gördükten sonra onu eğiterek bir şövalye yapma niyetiyle açık arttırmada yüksek bir fiyatta satın aldı. Daha sonra en genç kılıç ustası oldu ve hatta ona soylu bir mevki bile verildi. Hayranların favorisiydi ve “en yakışıklı” karakter müsabakasını kazanmıştı. Zor modda onunla hiç karşılaşmasam da beş karakter arasında bir sona ulaşma şansımın en yüksek olduğu karakter Iklies’dı. Sonuna kadar Penelope’ye karşı yakınlık duyacak tek kişi oydu. Soylu mevki ona bahşedilmeden önce hizmet ettiği son efendisi Penelope’ydi ve dahası ana karaktere zorbalık etmesini engellemeye çalışıyordu.
“Hah… Şu anda burada bana yardım edecek hiçbir şey yok, değil mi?” bitmiş listeme baktığımda derin bir iç çektim. Neredeyse hiç ilerleme kaydedemediğim için zor modla ilgili cidden pek bir şey bilmiyormuşum. Ve zor modda daha fazla ilerleme kaydetmiş olsaydım bile, gerçekte işlerin oyundakiyle aynı olup olmayacağını bilmem imkânsızdı. Kesin olarak bildiğim iki şey vardı: Birincisi, eğer işi batırıp bir erkek karakterin ilgisini negatife düşürürsem kesinkes ölürdüm. İkincisi, bir sona ulaşmak için ise kısıtlı bir zamanım vardı.
Penelope’nin reşit olma töreni benim için yolun sonuydu. O gün gelmeden önce en azından erkek hedeflerden birisinin yolunu bitirmek zorundaydım. Çünkü o gün, ana karakterin hikâyeye giriş yaptığı ve de normal modun başladığı gündü. ‘Vah zavallı Penelope’ diye düşündüm. Dükün gerçek kızı ortaya çıktığında neyi var neyi yok hepsini kaybediyordu, tam da reşit olduğu anda. Eğer sonunda kimseyle birlikte olamazsam, o zaman bir kötü kadın gibi davranmasam bile erkek hedeflerin birisinin elinde ölme olasılığım daha yüksekti. Elbette o zamana kadar hayatta kalacağımın bir garantisi de yoktu ya.
“Ölemem.” Acıklı geleceğime kafa yorarken dişlerimi sıkıyordum.
Ölemezdim. O rezalet evden daha yeni kaçmıştım. Özgürlüğüme daha yeni kavuşmuştum. Böyle bir oyunda ölemezdim.
“Ne olursa olsun ölmeyeceğim.” Sabahki derslerim beni bekliyordu. Hayatta kalıp ait olduğum yere geri dönecektim. Yaşamayı aklıma koymuştum. Tam o anda birisi kapıyı tıklattı, iki sert vuruştu. Üzerlerinde bilgi yazan kâğıtları saklamama zaman vermeden kapı birdenbire açıldı.
“Leydim.” Beyaz saçlı, yaşlı kâhya kapıda dikiliyordu. Kapı aralığından daha ileriye gitmedi.
“Ekselansları sizi huzuruna çağırdı.” Kâğıttaki dili okuyamayacağını biliyordum ama öyle olsa bile kaba tavrına sinirlenmiştim. Gerçek dünyada bile, ev yöneticisi az önce kâhyanın yaptığı gibi kapıyı açıp içeri girmezdi. Ayrıca gerçek dünyada böyle soyluluk sınıfları da yoktu. Kâhyanın soylu bir Leydinin kapısını izinsiz açması tarif edilemezdi. Kâhyayla nasıl başa çıkmam gerektiğini düşünürken, gözlerimin önünde beyaz bir kutu belirdi.
1 – (Odadaki bir eşyayı fırlat) Odama izinsiz girmeye nasıl cüret edersin?
2 – Madem söyleyecek bir şeyi var, kendisi buyursun gelsin.
3 – (5 saniye dik dik bak sonra kalk) Tamam.
Ah. Bunu unutmuştum. Her şeye öyle istediğim gibi kızamayacağımı unutmuştum, üç seçenekten birisinin beni buna zorlamasını da istemiyordum. Bir müddet düşündüm ve üçüncü seçeneği canım sıkılarak seçtim. Popülerlik, ilgi, neyse işte; bu seçenek kutularına bir şeyler yapmam gerekiyordu!
“…Tamam.” Kalkamadan önce kâğıtları çekmecenin dibine sakladım. Kâhyayı odanın dışına kadar takip ettim. Bu malikâneyi yalnızca birkaç çizimden biliyordum. Bu yüzden etrafı dikkatlice gözlemleme şansını değerlendirdim. Malikâne muazzamdı, bir nevi filmlerde gördüğünüz Avrupa kalesi gibiydi.
Penelope’nin odası ikinci kattaydı. Malikâne epey hareketliydi; birçok hizmetkâr, biz koridorda yürürken yanımızdan geçip gitmişti. Göz ucuyla bakışları, nazikten çok uzaktı. Onları görmezden geldim. Böyle bakışlar beni hiç de rahatsız etmiyordu. Buraya gelmeden önce bu bakışlardan nasibimi epey almıştım. Kâhya beni birinci kata yönlendirdi, çok geçmeden güzelce süslenmiş bir kapıya vardık. Burası Dükün çalışma odası olmalıydı. Kâhya elini kaldırdı ve kapıya üç kez tıklattı.
“Ekselansları. Leydiye buraya kadar eşlik ettim.” Dedi kâhya kapıya yaklaşarak.
“İçeri gel.” İçerideki Dükün sesini duyabiliyordum. Kâhya kapıyı iterken kapı gıcırdadı. Odaya doğru ilerlerken istemsizce gerilmeye başladım.
ÇEVİRMEN: CRESCENT