Death Is The Only Ending For The Villain - Bölüm 8
Çevirmen: Crescent
Aceleyle merdivenlerden odama çıktım. Arkamdaki kapıyı çabucak kapattım ve doğruca yatağa atladım.
“Off …” rahat bir nefes aldım. Sert vücudum yumuşacık şiltenin içinde eridi. Neredeyse öğle yemeğiydi ama sanki bütün bir gün geçmiş gibi hissettim. Ağır atan kalbimi sakinleştirmek için birkaç derin nefes aldım: Derrick ile karşılaşmak beni tedirgin etmişti. Birkaç dakika sonra gülmeye başladım.
“Ha! Bak, hala hayattayım!” Oyunda pek çok kez başarısızlık yaşadıktan sonra ölümden kıl payı kurtulmanın rahatlığı canlandırıcıydı. Paniklerken bile soğukkanlılığımı koruyabildim ve Derrick’ie genç efendi dedim.’
Yatakta dinlenirken oyunu düşünmeye başladım. Zor modu ilk denediğimde Derrick’in ilgisi en büyük sorunlardan biriydi, hatta diğer karakterlerden bile daha fazlaydı. Ne zaman dikkatli kararlar vermesi için onun onayını alsam, her zaman bir sonraki seçimde daha fazla düştü. Uzun zamandır nedenini anlayamadım.
‘Ruh hali neden bu kadar düzensiz?’ Diye düşündüm. Bunu ancak sayısız ölümden sonra anladım. Derrick, Penelope’nin ona ‘ağabey’ demesinden nefret ediyordu. Bu yüzden, içinde ‘ağabey’ kelimesi geçen herhangi bir seçeneği seçtiğimde, hatta bu seçenek aralarındaki en iyisi dahi olsa, ilgisi düşüyordu.
“Ne kadar adice. Benim büyük ağabeyimden daha beter.” Kaşlarımı çattım. Ama bu bilgi sayesinde kendimi hayatta tutabilirdim. Ona asla ağabey demeyeyim bitsin gitsin. Bu düşünceyi iyice kavramak için birkaç kez parola gibi tekrarladım. Tabii ki amacım onunla hiç karşılaşmamaktı, böylece ona ağabey demekten kaçınmama gerek bile kalmayacaktı, ama bu bir şey olması ve yollarımızın kesişmesi ihtimaline karşı aklımda tutmam gereken bir şeydi.
Bütün bunları düşünürken başım dönmeye başladı. Bir şeyler yemem gerekiyordu. Öğle yemeği vaktiydi. Ama o gün yaşadığım onca şoktan sonra gerçekten aç hissetmiyordum. ‘Ah, her neyse’ diye düşündüm. Gözlerimi kapattım ve yemek yemek yerine uyumaya karar verdim. Belki de sabahki olaylardan sonra bu gerçeklikten kaçmak istediğim içindir. Gözlerimi kapadıktan kısa bir süre sonra uykuya daldım.
***
“Bu neden odanda?” Yukarıdan ayaz kış buzlarından daha soğuk bir ses geldi.
“Cevap ver, seni sinsi şıllık! Onu çaldın!” peşinden yüksek sesle bağırış takip etti.
“Reynold!” Dük uyardı. Reynold öfkesini tutamadı ve ayaklarını yere vurdu.
Ne oluyor? Boş boş bakıp başımı eğdim. Orada iki küçük el gördüm. Bu Penelope’nin rüyasıydı.
“Konuş, Penelope. Genç Hanımın kolyesi nasıl sende? Odasına girmenin yasak olduğunu söylediğimi sanıyordum.” Dük sordu.
“Baba … sana söyledim, o şıllık basbayağı onu çaldı!” Dükün uyarısına rağmen Reynold öfkesine hakim olamayıp kabalaşmaktan kendini alamadı.
“Ben çalmadım! Ben bir şey yapmadım!” Penelope bağırırken Reynold’a baktı.
“Kapa çeneni! Yalan söylemeyi kes! Babamın Yvonne’a hediyesi nasıl oldu da odandaki çekmeceye düştü?” Reynold elinde bir kolye sarkıtırken bağırdı.
“Bilmiyorum! O odaya hiç girmedim!” Penelope bağırdı, söylenenleri kabul etmeyi reddetti. Penelope o kolyeyi ilk kez görüyordu.
“Her şeyi gördüm.” Toplanan hizmetçilerden bir adam öne çıktı ve önlerinden geçti. Dük ve Reynold ona bakmak için döndüler.
“Kahya.” Dük devam etmesi gerektiğini belirterek dedi.
“Leydi Penelope’nin son birkaç haftadır sık sık üçüncü kattan inip çıktığını gördüm. Her ihtimale karşı kontrol ettim ve Leydi Yvonne’un odası kilitli değildi.” Dük de dahil olmak üzere herkes beklentiyle küçük kıza yöneldi. Penelope bile suçlayıcı bakışlarını görmezden gelemezdi.
“B-ben değildim.” Geriye doğru bir adım attı.
Üçüncü kata sık sık çıktığı doğruydu. En az hizmetçinin dolaştığı kattı ve tavan arasına giden yolla bağlantılıydı. Penelope tavan arasına bir şey çalmak istediği için değil, kendisine kötü davranan hizmetçisinden kaçabilmek için çıkıyordu. Dük ailesinin gerçek hanımına ait bir şey olsaydı kolyeyi daha da az isterdi. Dük ailesinin gerçek Leydisine ait olan kolye şöyle dursun ona ait hiçbir şey istemezdi.
“Gerçekten çalmadım baba! O odaya bir kere bile girmedim!” Penelope bağırarak Düke baktı, yalvaran, sevgi ve güven dolu gözlerle. Ne de olsa onu buraya getiren oydu. Ancak dük onu sadece buz gibi bir bakışla görmezden gelirdi.
“Sen, kahya, üçüncü kattaki her odayı, özellikle de Yvonne’un odasını sımsıkı kilitle.”
“Elbette Majesteleri.”
“Ayrıca mücevheratçıyı yarın malikaneye getirin.”
“B-baba…” Penelope yerinde dondu, yüzü bembeyaz bir kağıt parçası gibi soldu. Dük giderken tek kelime etmedi.
“Sana söylediğimizde malikaneyi terk etmeliydin, geri zekalı.” Reynold, Dükün kulak misafiri olmadığından emin olduktan sonra fısıldadı. Penelope’yi kabaca itti ve Dükün peşinden gitti.
“Çöp.” Derrick soğuk bir şekilde mırıldandı, sanki gerçek bir çöpmüş gibi Penelope’ye baktı.
Bundan sonra rüya farklı sahneler göstererek değişti. Penelope birçok mağazayı ziyaret etti ve korkunç miktarda mücevherler, aksesuarlar satın aldı. O kadar çok para harcadı ki Derrick ve Reynold çileden çıkıp onu haddini bilmemekle suçluyorlardı. O günden sonra Penelope Düke bir daha asla ‘baba’ demedi.
***
Yumuşak bir vuruş beni uykudan uyandırdı. Tembelce gözlerimi açtım ama cevap vermedim. Kısa süre sonra başka bir darbe daha geldi. Kapının çalınması aceleci görünüyordu, bu da kapıyı çalan kişinin kızgın veya sabırsız olduğunu anlamamı sağladı. Yavaşça yatağa oturdum.
“Kim…” Cümlemi bitiremeden kapı açıldı.
“Leydim, benim.” Kapıdan parlak bir ışık geldi. O zaman odamın ne kadar karanlık olduğunu anladım. Güneş çoktan batmış gibiydi. Ani ışıktan gözlerimi yaktı. Kaşlarımı çattım ve ziyaretçime doğru döndüm.
“Kahya?” diye sordum.
“Bir an önce halledilmesi gereken acil bir konu olduğu için geldim.”
Daha önce birkaç kez daha kahya beni böyle aceleyle bulmaya gelmişti. Kalbim yerinden çıkacaktı. Bir şey mi olmuştu? Ben uyurken ölüm fermanım mı verilmişti?
“Nedir bu acil konu?” sordum. Sesim titreyerek çıktı.
O veletler yine bir şey için beni suçlamaya mı çalışmışlardı? Şimdi neyden suçluydum acaba?
“Akşam yemeğinden önce sizin için yeni bir özel hizmetçi seçmeliyiz Leydim.” Bu kadar rahat söylediği sözler yüzünden beynim durdu.
“Bekle.” Bir elimi kaldırdım ve onu durdurdum. Kahya durakladı. Onu durdurmamdan hoşnutsuz görünüyordu, kaşını hafifçe çattı.
Bu kadar mı? Bu acil konuyu açıkladığında hissettiğim ilk şey ezici ve gülünç bir rahatlama duygusuydu. Ancak kısa süre sonra öfke devraldı. Uyuyan amirinin odasının kapılarını izinsiz açmanın sebebi sadece yeni bir hizmetçi seçmek miydi? Şaşkına dönmüştüm.
“Kahya…” Derin, alçak bir sesle ona seslendim.
“Evet leydim.”
“Adın ne senin?”
“Affedersiniz?” Beklenmedik soru sordu. Nazik olmaya karar verip onun için sözlerimi tekrarladım.
“Adının ne olduğunu sordum?”
“Pennel, leydim.”
“O zaman benim adım ne?”
“Leydim, neden birdenbire bu soruları soruyorsunuz?” kaşlarının arasındaki kırışıklık derinleşti.
“Sana sorulan soruya cevap ver. Benim adım ne?” Serttim.
“Siz Penelope Eckart’sınız.” Diye yanıtladı, başka seçeneği yoktu.
“Evet. Penelope Eckart, bir soylu.” Başımı salladım ve soyadımı vurguladım. Devam ettim, “Soyadı olmayan sıradan birisinin, bir soylunun odasına istediği gibi girmeye cesaret ettiği bir görgü kuralı duymadım. Bilmediğim bir şeyi mi biliyorsun baş kahya?”
Uşak ayağa kalktı, şok oldu, aniden suçunun farkına vardı. Aptal Penelope, diye düşündüm. Madem çalışanların ona kaba ve nefret dolu davranışlarına kızıyordu, çığlık atıp öfke nöbetleri geçirmeseydi keşke, bunun yerine hadlerini bildirmek için bir soylu olarak unvanını ve rütbesini kullanmalıydı. Rütbesini göstererek ona bir daha kötü davranmamalarını sağlayabilirdi. Dükün ailesinin resmen evlat edinilmiş soylu kızı, genç hanım, bu tür durumlarda kullanmak için ne güzel bir unvan, diye düşündüm…
“Ayrıca, genç bir bayanın odasına izinsiz giren bir adamla ilgili… dedikodular yayılmaya başlarsa insanlar ne düşünecek?”
“…” Kahya hiçbir şey söylemedi.
“Haklı değil miyim?” Masum bir şekilde gülümsedim,
“L… Leydim!” Kahya sözlerimi duyunca panik içinde bağırdı. Tabii ki beklendiği gibi, etki…
…harikaydı.