Death Is The Only Ending For The Villain - Bölüm 9
Bölüm 9
Bir zamanlar Penelope’ye tepeden bakan adam titredi. Bu manzarayı görmek çok tatmin ediciydi. Gülümsememi bastırdım ve ciddi bir yüz ifadesi takındım.
“Anlaman için her küçük şeyi belirtmem mi gerekiyor? Biliyorsun boğazım ağrıyor.” dedim alçak bir sesle. Bu ifade çoğunlukla üst sınıf soylular tarafından alt sınıf soyluları ve halktan kişileri uyarmak için kullanılırdı. Eckart ailesi en yüksek rütbeli soylulardı ve kraliyet ailesinden başka daha yüksek rütbeli kimse yoktu.
“Özür dilerim Leydim.” Kahya sözlerimin ardındaki anlamı anlıyor gibiydi. Hemen yere düşüp diz çöktü.
“Sabırsızlığımla size kötülük ettim. Lütfen beni affedin!” Diye devam etti. Bu sahneyi izlemek içimi rahatlattı. Sabahki kötü ruh halimden iz kalmamıştı. Kısa bir an için benden bu kadar büyük bir insana bu şekilde davranarak çok ileri gitmiş olabileceğimi düşündüm ama yine de ona kalkmasını söylemedim. Penelope, son altı yıldır kendisini görmezden gelen bu adam tarafından hor görülmüş olmalıydı. Penelope bu anı yaşamayı hak ediyordu.
“Korkarım şu an seni görmek benim için tatsız bir durum olacak.” Kahyaya tepeden bakarak soğuk bir şekilde söyledim. “Elbette, bu şekilde hissedenin sadece ben olduğumu sanmıyorum. Eğer beni ilgilendiren bir şey yapmak istiyorsan, onun yerine başka birini gönder.”
“Ama Leydim, ev halkı için hizmetçi işe almak baş kahya olarak benim görevim …”
“Evet ya da hayır.” Sözünü soğuk bir şekilde kestim. “Senden duymak istediğim tek şey evet ya da hayır.”
“Evet. Anlıyorum leydim.” Kâhya cevap verdi. Yüzü endişeden belirgin bir şekilde buruşmuştu.
“O zaman akşam yemeğiniz için…” Diye devam etti.
“Gerek yok. O yüzden gidebilirsin.” Bunların ona söyleyeceğim son sözler olması niyetiyle arkamı döndüm. Kahyanın yerden kalktığını görmedim ama odadan çıkarken dikkatli ayak seslerini duydum. Odamın kapısı yumuşak bir gıcırtıyla kapandı, açılma şeklinden çok farklıydı. Oda tekrar karanlıkla doldu. O gider gitmez içimi bir endişe dalgası kapladı ve az önce ne yaptığımı düşündüm.
Ya her şey Dükün kulağına giderse?
“Ne yapabilir ki zaten?” Diyerek kendimi rahatlattım. Gerçekten yapabileceği hiçbir şey yoktu. Ve bu noktada benim de yapabileceğim bir şey yoktu. Kahyaya az önce davrandığım gibi davranmak, Penelope’nin adaletsizlik duygularını azaltmak için yapabileceğim tek şeydi. Ayrıca, bu sadece bir azarlamaydı. Yaygara koparmadım ya da bir şey fırlatmadım. Çığlık atmadım.
Düşündüm de oyunda erkek hedefler dışında çevrenizdeki insanlarla ilişkilerinizi geliştirerek ‘şöhretinizi’ artırabileceğiniz bir itibar sistemi vardı. Bunu yapmak, erkek hedeflerin beş sonunun da kilidini açmaya yardımcı oluyordu. Bunu gerçek oyunda yaptığım gibi burada yapmaya hiç niyetim yoktu. Tüm sonları görmeme gerek yoktu. Sadece bir sondan sağ çıkmam gerekiyordu. Benimle ya da hayatta kalmamla hiçbir ilgisi olmayan insanların kalplerini değiştirmeye çalışmak, enerjimi ve duygularımı boşa harcamak olurdu.
“Şöhretmiş, hadi oradan. Zaten hayatta kalmak için beş erkek hedeften ikisinin ilgisini sürdürmeye çalışmakla yeterince meşgulüm.” Diye kendi kendime söyledim. Oyunda herkesin ilgisini ve şöhretini artırmak çok daha kolaydı; gerçekte ise çok fazla iş vardı. Tüm düşüncelerimi bir kenara bırakarak gözlerimi bir kez daha kapattım. Hem kahya hem de genç Penelope’nin rüyaları tarafından bölünmeden önceki huzurlu uykuma geri dönmek istiyordum.
***
Sabah erkenden bir hizmetçinin yardımı olmadan uyandım. Penelope bu kadar kolay uyandığına göre çalışkan bir insan olmalıydı. Penelope’nin nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu düşününce bu biraz şaşırtıcıydı. Yataktan kalktım ve gerindim.
Tam o sırada sanki bunca zamandır uyanmamı bekliyormuş gibi biri odamın kapısını çaldı. Bir an için yatakta kıpırdamadan oturdum ve kapıya baktım… Dün geceki uyarımın etkili olup olmadığını merak ediyordum. İçeri kimsenin girmediği bir anın ardından mesajın netleştiği anlaşıldı.
“Kim o?” diye seslendim.
“Leydim, ben Reina.” Baş hizmetçiydi. Dün kullandığım yöntem işe yaramış görünüyordu. Sonuçtan memnun kaldım.
“İçeri gel.” diye seslendim. Kapı açıldı ve orta yaşlı bir kadın odama girdi.
“İyi uyudunuz mu?” diye sordu.
“Neden geldin?” diye sordum.
“Dünkü olaydan dolayı size yeni bir hizmetçi atamak için geldim Leydim. Leydimin aklında özellikle biri varsa lütfen bana haber edin.”
‘Olmasına imkan yok.’ Diye düşündüm. Baş hizmetçiye bir cevap vermedim.
“Aksi takdirde, kendim bir tane seçeceğim…” Benim sessizliğimden sonra gönüllü oldu. Elbette hiçbir hizmetçi benim kişisel hizmetçim olmak için gönüllü olmazdı.
“Daha önce bana hizmet eden hizmetçi kimdi?” diye sordum.
“Ne? Emily’yi mi kastediyorsun?”
“Ah, evet. Emily.” Meraklıymış gibi davranarak sordum. “Çoktan kovuldu mu?”
“Hayır, atılmadı ama…”
“O zaman şimdi ne yapıyor?” Gözleri sorularla doluydu, önceki hizmetçiyi neden sorduğumu merak ediyordu.
“…Size düzgün hizmet edemediği için üç aylık maaş kesintisi aldı ve şimdi çamaşırhaneden sorumlu. Neden o çocuk hakkında soru soruyorsunuz?” Yüzünde belirgin endişe belirtileri görülmeye başlamıştı ve güven maskesi düşüyordu. Beklendiği gibi, neler olup bittiği hakkında en azından bir fikri vardı. Ya da belki de hizmetçinin arkasına saklanan asıl kışkırtıcı oydu?
“Ona benim kişisel hizmetçim olmaya devam etmesini söyleyin.” Bu şüphelerimi bir kenara bırakarak sakince konuştum.
“…Anlamadım?”
“Şu anda bana hizmet edecek kimsenin olmaması çok zahmetli. Yeni birini işe alsak bile, işleri nasıl düzgün yapacağını öğrenene kadar kötü iş çıkaracaktır. Eğer böyle olacaksa, tecrübeli olan eski hizmetçiyi tutmak daha iyi olacaktır.” Gerçek Penelope tüm bu ekstra bilgileri eklemeye zahmet etmezdi. Ama bu benim isteğim olduğu için daha dikkatli davranmaya karar verdim.
“Eğer anlıyorsan, o zaman onu yukarı getirmeni isteyeceğim. Bunu sana bırakıyorum.”‘ Suskun baş hizmetçinin düşen çenesine gülümsedim.
“…ama ikinci genç efendi size yaptıklarından dolayı onu bizzat cezalandırdı Leydim, o yüzden…
“Yani? Yapamaz mısın?” Bahanelerini kısa kestim ve bir cevap istedim. Baş hizmetçinin nutku tutulmuştu. Sadece iki gün olmuştu ama bu evdeki insanların söylediklerimi asla anında yapmadıklarını anlamıştım. Onları ya azarlamak ya da uyarmak zorunda kalıyordum.
Her zaman böyle miydi?
Normal modda böyle değildi. Malikanedeki herkes kadın kahramanı dinler ve o ne isterse yapardı. Bir dakika sonra sinirlendim ancak bunu bir şeyleri değiştirmek için bir fırsat olarak görmeye karar verdim.
“Senden bir şey istediğim zaman dediğimi yapman en iyisi olacak.” ‘Senden bir şey istediğimde’ sözcüklerini bilinçli olarak kullandım çünkü emir vermekten ziyade yalvarma hissi uyandırıyordu. Burada bir şeyler yapabilmek için gerçekten Penelope’nin davrandığı gibi, şiddet ve yıkım getirecek bir şekilde davranmak zorunda mıydım?
“Bunun zahmetli olduğunu söyledim. O yüzden onu yukarı gönderin. Yoksa baş hizmetçi onun yerine bana şahsen hizmet etmek mi istiyor?”
“Eğer böyle düşünüyorsanız, Ekselanslarından izin isteyeceğim leydim.” Sonuna kadar dediğimi yapmayacağının açık bir ifadesiydi bu. Çok gülünç bir durumdu. Penelope’nin emirlerini sorgulamadan yerine getiren tek bir kişi bile yoktu.
“Gerek yok. Hemen babamı görmeye gideceğim.” Olduğum yerde ayağa kalktım. “Madem işler bu hale geldi, ona dün olanları detaylıca anlatacağım ve Emily’yi affetmesini isteyeceğim. O zaman herhangi bir sorun çıkmayacak, değil mi? Babam şu anda nerede?”
“L… Leydim!” Her an gitmeye hazır olduğumu gören baş hizmetçinin gözleri fal taşı gibi açıldı.
Dünkü olay bir hizmetçiye verilen küçük bir cezayla halledilmişti ama ben bu duruma daha fazla dahil olursam işler karışabilirdi. Zorbalığı başlatan Emily değildi, olaya karışan tek kişi de o değildi. Eğer baş hizmetçi gibi biri, Dükalığın Genç Leydisine yapılan kötü muameleyi bildiği halde buna seyirci kalırsa nasıl bir kargaşa çıkardı siz düşünün.
“E… Ekselansları az önce kraliyet sarayına gitti.”
“Öyle mi? O zaman geri döndüğünde…”
“Emily’yi hemen getiriyorum!” Baş hizmetçi paniklemişti, gidip babamı bulacağımdan endişeleniyordu, bunun kendisi ve diğer hizmetçiler için ne anlama gelebileceğinin farkındaydı.
“Yaşlandıkça endişeli biri oldum çıktım herhalde. Bu kadar yaşlı olduğum için Leydimin merhametini hemen anlayamadım. Özür dilerim.”
Baş hizmetçinin başını eğmesi içimi rahatlatmamıştı, sadece acı hissettirmişti. Etrafımdaki insanlarla yakınlaşarak şöhret puanımı yükseltmeyi planlamamıştım ama o anda, sahip olduğum şöhretin eksi rakamlara ulaştığını hissediyordum.
“Emily’yi hemen getireyim mi Leydim?” Baş hizmetçi dikkatle öneride bulundu, ancak sesindeki paniği hâlâ duyabiliyordum.
“Baş hizmetçi, umarım beni tekrarlamak zorunda bırakmazsın.” Dedim. Günüm çoktan mahvolmuştu.
“Git.”
Emily elinde kahvaltıyla odaya girdi. Baş hizmetçiden yoğun talimatlar almış olmalıydı çünkü Reina gittikten hemen sonra geldi.
“Hanımım. Kahvaltıyı hazırlayacağım…” Emily kahvaltı masasını hazırlarken elleri korkunç bir şekilde titriyordu.
Dün olanlardan sonra çok acı çekmiş olmalıydı. Çürümüş yiyecekleri yemek o an için çılgıncaydı ama işe yaramıştı; bugün tabaktaki yiyecekler çok daha iyiydi, taze salata ve sulu bir biftekten oluşuyordu.
‘Dışarıdan iyi görünüyor’ diye düşündüm. Yine de canım yemek istemedi. Vücudum hâlâ çürümüş yemek yemenin şokunu atlatmaya çalışıyordu. Emily’ye baktım. Ben yavaşça bir lokma yerken o yanımda kaskatı duruyordu. Bakışlarımla buluşmaya cesaret edemiyordu.
Yine de suçluluk hissediyor muydu?
Muhtemelen onu neden tekrar kişisel hizmetçim olarak seçtiğimi bilmek için ölüyordu. Emily’yi çağırdığımda yemeğimin yarısını bile bitirmemiştim.
“E-evet leydim?” diye şaşkınlıkla sıçradı, derin düşüncelere dalmıştı. Elimi uzattım.
“İğneyi bana ver.”
“Ha? Ne?”
“Her sabah bana batırmak için kullandığın iğneyi.” Neden bahsettiğimi anladığında nefesi kesildi. Yüzü soldu ve yere düşüp diz çöktü.
“Leydim! Özür dilerim! Lütfen beni affedin!” Kafasını yere vururken özür diledi.
Gerçekten. Madem bu şekilde özür dileyecektin neden böyle bir şey yaparsın ki? İğrendim. Özür dilemesi gereken kişi ben değildim. Gerçek Penelope bu özrü asla duymayacaktı.
“Baş hizmetçiden duymadın mı? Beni tekrarlatma.”
“Leydim…”
“İğneyi ver.”