Hayalistic
  • Ana Sayfa
  • Seriler
  • Shounen
  • Shoujo
  • Novel
  • Blog
  • Biz Kimiz?
Detaylı Arama
Üye Girişi Üye Kaydı
  • Ana Sayfa
  • Seriler
  • Shounen
  • Shoujo
  • Novel
  • Blog
  • Biz Kimiz?
  • Final Yapanlar
  • Modern Seriler
  • Tüm Seriler Liste
Üye Girişi Üye Kaydı
Next

Finding Camellia - Bölüm 1

  1. Ana Sayfa
  2. Finding Camellia
  3. Bölüm 1 - PART 1: GÖLGE KIZ
Next

 

1.BÖLÜM

İmparatorluk, uzun ve yağışlı bir mevsimin etkisindeydi.

 

Art arda süren on günlük sağanak yağıştan sonra vatandaşlar güneşi beklemekten vazgeçtiler ve kendilerini evlerine kapattılar.

 

Yağmur saraya, şehre ve kenar mahallelere gelişigüzel yağdı.

 

Şehrin, Louver adıyla bilinen bölgesinde, bir araç dar bir sokakta durdu. Yukarıda belli belirsiz görünen saçaklar birbirine o kadar yakındı ki gökyüzünü kapatıyorlarmış gibi görünüyorlardı.

 

Burada geceyi gündüzden ayırmak zordu. Bazıları, şehir bekçilerinin bununla ilgilenmesinin tek sebebinin posta servisinin mektupları teslim etmek için ara sıra buradan geçmesi olduğunu iddia ediyor.

 

Aracın yapısından ve atların kalitesinden, içerideki yolcunun haftada bir gilly* ile zar zor geçinenlerin mücadelesine ortak olmadığı belliydi.

 

Çn: gilly buranın para birimi.

 

Pelerinli bir görevli aracın ayaklığını indirdi ve kapısını açtı, deri ve ipekten yapılmış bir kadın ayakkabısı kırmızı kadifenin üzerine bastı.

 

“Yolu gösterin.”

 

Sesi alçak ve zarifti.

 

Aniden gölgelerden çıkan bir adam, sarı dişlerini gösterirken boyun eğdi. “B-bu taraftan, Leydim.”

 

Kadın, pelerinini giyerken buz gibi bir bakışla ona baktı.

 

Sokak, çöplerle, serserilerle ve ölü hayvanlarla doluydu. Yağmura rağmen kokuyordu.

 

Duyularına yapılan saldırıdan bunalan kadının pelerinin altına gizlenmiş eli titremeye başladı. Beklendiği gibi böyle bakımsız bir yer, onurlu bir soyluya uygun değildi.

 

Yanındaki muhafızı “Leydim,” dedi. “Eğer yorgunsanız, size arabada beklemenizi öneririm. İşleri ben halledeceğim.”

 

“Hayır. Bununla kendim ilgileneceğim.”

 

Anastasia Bale.

 

Marki Gilliard Bale’in karısıydı. Lord Bale, yalnızca birkaç tekstil ve tütün fabrikasının sahibi olmasının yanı sıra gemi yapımı ve demir cevheri endüstrileriyle de uğraşıyordu. Şimdi; savaştan yüz yıl sonra Bale hanesi, Ihar hanesi kadar varlıklı ve ünlüydü.

 

Peki, böyle şanlı bir ailenin leydisi neden kendini bir kenar mahallesinde bulmuştu?

 

Sarı dişli adam, rehberleri olarak hizmet etti ve yolu gösterdi. Markiz’in muhafızı ondan daha gergin görünüyordu, belindeki kılıcı koruyucu bir tutuşla açığa çıkararak onları arkalarından yakından takip etti.

 

“Söylemem lazım ki, Leydim.” Dedi rehber. “Çocuğun yerini belirlemek için oldukça çile çektim. Neden onu bulmak istediğinizi merak ediyorum.”

 

Muhafız kılıcını kılıfından çıkarırken çelik soğuk bir şekilde çınladı. “Canını seviyorsan çeneni kapalı tutman yararına olur.”

 

Rehber, şiddet tehdidiyle irkildi ve korkuyla büzüldü. “Ne demek istiyorsun? Kırmızı Burun barını az önce geçtik ve burası Bayan Melburn’un yağ evi. Yollar birbirine benziyor ama sizi temin ederim burası farklı.”

 

Anastasia tetikte duran muhafızına sanki ona sitem edercesine ters ters baktı. Böyle anlaşmalar yapması zor olanlardandı, eğer rehber fikrini değiştirirse şansını kaybedebilirdi.

 

Muhafızı kılıcını kılıfına sokup onları saygıyla sükuneti bozmadan takip etmeye devam etti.

 

Louver, bir kale gibi hissettirdi—toplumun artıklarıyla pis bir şekilde dolup taşan bir sığınak.

 

Gözle görünür bir şekilde titreyen rehber, ziyaretçilerine yolun geri kalanında rehberlik ederken onlara gergin bakışlar atmaya devam etti. Sonra birdenbire kırmızı kurdele ile işaretlenmiş bir evi işaret ettiğinde yüzünde büyük bir rahatlama ifadesi belirdi. Evler birleşikti, tüm yapı bir çeşit sur gibiydi ve rehber, binada bulunan birden fazla kapıdan sadece birini işaret etti.

 

“İşte burada. O veledi bulmanın benim için ne kadar zor olduğunu tahmin bile edemezsiniz. Kendine onun annesi diyen kadın ona çok değer veriyor. Zahmetim için bana on gilly bağışlayacak kadar nazik olursanız…”

 

Burası Louver’de saçaklarla gizlenmemiş tek yerdi. Orada; yağan yağmurun altında, aradıkları çocuk oturuyordu.

 

Leydi Bale’in bakışları değişir gibi olduğunda muhafızı deri bir keseyi yere fırlattı. Şıngırdayan sikkelerin sesi tüneli andıran sokak boyunca yankılandı.

 

Rehber, kendini kontrol edemedi. Keseye gömüldü, içinde ne kadar olduğunu kontrol etti, yüzünde deli bir gülümseme belirdi ve başını neredeyse ıslak zemine değene kadar eğdi. Aniden dönüp koşmaya başlamadan önce yavaş yavaş geri çekilmeye başladı.

 

Muhtemelen beklediğinden daha fazlasını almıştı.

 

“Ağzını sıkı tutacağından emin olun. Anladınız mı?”

 

Muhafız kararlı bir şekilde Markizi onayladı. “Emredersiniz.”

 

Anastasia, ona kaçamak bir bakış attı ve yağmura doğru yürüdü. Yağmur suyu ayakkabılarına sızdı ve korkunç bir duygu dudaklarını titretti.

 

Yağmurda çömelmiş olan çocuk birisinin yaklaştığını fark edemeyecek kadar başka bir şeye odaklanmıştı. Yanakları kirle boyanmıştı, bal sarısı saçları ise beline kadar uzanıyordu.

 

Rehber, on iki yaşında olduğunu söylememiş miydi?

 

Çocuk, çoğu yaşıtından ufaktı ve daha küçük gösteriyordu. Birbirine dikilmiş paçavralardan oluşan bir elbise giyiyordu ve bir tahta parçasını oymaya odaklanmıştı.

 

Kızın küçük elindeki keskin bıçağı görünce kaşları daha da çatıldı.

 

Ancak yakın olmalarına rağmen çocuk başka birinin varlığını fark edemedi. Yağmur yağmaya devam ederken Anastasia eğimli yolda durdu.

 

“Merhaba, çocuk.”

 

Küçük kız bıçağını düşürdü ve ürkek bir şekilde yukarı baktı.

 

Gözleri Anastasia’yı hazırlıksız yakaladı. Çok tanıdık olan, turkuaz ve zümrüt yeşilinin mükemmel karışımıydı.

 

Yıllardır bastırdığı öfkesi anında yükselmeye başladı. Bütün sabrını zorlayarak öfkesini geri bastırmaya çalıştı.

 

Önce kapıya ardından da kıza baktı. “Yağmur yağıyor. Burada ne yapıyorsun?”

 

Kızın dudakları, kulaklarını örten kumaşı çıkarıp beline bağlarken hafifçe seğirdi. “Annem hâlâ çalışıyor. Sen kimsin?”

 

Çalışıyor mu?

 

Anastasia yalandan gülümsedi. Kalın perdelerin ardından kadının inlemeleri ve adamın küfürleri duyuluyordu.

 

Güzel Camellia. Genelevdeki bir çiçek.

Geneleve doğmuş parlayan bir mücevher.

 

Kenar mahalledeki insanlar ona böyle diyordu.

 

Birkaç yıl önce, olağanüstü güzellikte, hamile bir kadının sığınmak için Louver’e geldiği söylendi. Gidecek bir yeri yoktu o yüzden evsizlerin arasında uyudu ve bir parça ekmek dilenmek için kapı kapı gezdi. Sanki takip ediliyormuş gibi sürekli korku içinde yaşıyordu. Sonra bir gün, sokakta doğum yaptı.

 

Anastasia, bugünkü gibi yağmurlu bir günde o kadının kokuşmuş köpek cesetlerinin yanında elmas gözlü bir meleği doğurduğunu duymuştu.

 

Bir süre kendi kendini besleyemediği için çocuğunu emzirmekte zorlandı bu yüzden insanlar da ona acıdı, ona yiyecek ve kıyafet verdiler.

 

Ama bir çocuğu sokakta büyütmek için insanın bütün hayatını ortaya koyması gerekir.

 

Mevsimler geldi geçti ve kış intikamıyla geldi.  Çocuk soğuktan dolayı ateşler içinde yanarken kadının köy doktoruna bedenini sunmaktan başka şansı kalmamıştı.

 

Çok az erkek böyle güzel, çocuklu bir kadını reddedebilirdi. Tesadüf ki aynı zamanda da duldu. Doktor, annesiyle istediğini yapması karşılığında kızını kurtarmayı kabul etti.

 

Bu olay tam on iki yıl önceydi.

 

“Sen Lia olmalısın. Doğru mu?”

 

Çocuk, Markizin kibar sesini masumca onayladı. “Beni tanıyor musun?”

 

“Tanıyorum. Annen… onun çok hasta olduğunu duydum. Bu yüzden buradayım.”

 

İçeriye koşmak için döndü. Göz yaşlarıyla kapıyı çalmak üzereyken Anastasia’nın muhafızı onu ince boynunun arkasından vurdu. Çocuk çaresizce öne atılırken çığlık bile atamadı. Kalın yağmur damlaları küçük bedeninin üstüne düştü.

 

Muhafız, Lia’nın küçük, zayıf bedenini kaldırdı ve kaşlarını çattı. “On iki yaşındaki birine göre çok hafif.”

 

Anastasia, Lia’ya doğru baktı ve onayladı. “Hadi gidelim. Kargaşa çıkmasını istemiyorum. Burayı temizlemesi için birilerini çağır.”

 

Attığı adımın ortasında durdu ve geriye, yağmura rağmen duyulan kadın inlemelerinin geldiği binaya soğuk bir bakış attı. İç çekerken yüzünde ince bir gülümseme oluştu.

 

“Yağmurlu bir günde burada yangın çıksa ne düşünürdün?”

 

Uğursuz sözleri zarif bir şekilde söylenmesine rağmen muhafızın tüylerini diken diken etti.

“Şaka yapıyorum,” dedi Markiz. “Sadece onun güvende olmasını istiyorum, bu kadar. Hadi gidelim.”

 

Gölgeleri karanlığa karıştı. Çevrelerinde, sessiz sokak boyunca pencereler açılmaya başladı. Buranın sakinleri kötü bir şeyin yaklaştığını hissettiklerinden dolayı saklanıyorlardı. Şimdi hiçbir şey olmamış gibi birbirlerine bakıyorlardı. Yavaş yavaş sessiz bir şekilde pencereler yeniden kapandı.

 

Yağmur damlaları sıkılaştı, yeniden sağanak başlayacak gibi görünüyordu.

 

Gece vakti, imparatorluğun her yerinde derinleşiyormuş gibi hissettirdi.

 

***

“Uyan, çocuk.”

 

Hoş kokular, yumuşak bir zemin… bu ikisi de daha önce hissetmediği şeylerdi. Burası cennet miydi? Eğer bu bir rüyaysa bu rüyadan hiç uyanmak istemiyordu.

 

Ama birisi onu uyandırmak için sarstı ve gözleri açıldı.

 

“Ahhh!”

 

Anlamsızca korkmuş olan Lia, çığlıklar atarak uyandı. Etrafa bakınırken gözleri korkuyla açılmıştı. Nerede olduğuna dair bir fikri yoktu.

 

Son on yılda gördüğü en güzel yer Louver’in kumaş satıcısı Bayan Lauren’in çatı katıydı. Orada, Polly adında tatlı bir köpek ve çeşit çeşit renkli kumaşlar vardı. Lia, rüzgârda uçuşan kumaşları gördüğünde bu, ona burayı prenseslere layık bir yermiş gibi hissettirmişti. Sırf o harika manzarayı seyretmek için orayı ziyaret etmeyi severdi.

 

Her neyse, burası Bayan Lauren’in çatı katına hiç benzemiyordu. Odanın şatafatı en çılgın hayallerinin bile ötesindeydi. Lia’nın on katı büyüklüğünde bir yatak ve yerden tavana kadar uzanan pencereler vardı. Lüks halının üstündeki kitapları ve büyük şömineyi gördüğünde şaşkınlığını gizleyemedi.

 

“Cennette miyim?”

 

Lia’nın uyanması için sarsan kadın tuttuğu tepsiyi kenara koydu ve kibar soruya gülümsedi. “Aç olmalısın. Seni yıkamadan önce bir şeyler yemelisin. Bu koku… hmmmm… hayır, kesinlikle böyle olmayacak.”

 

Lia, önündeki çorbayı gördüğünde ağzı sulandı ama eli yemeğe gitmedi. Nerede olduğuna dair bir sürü sorusu olmasına rağmen en çok annesi için endişeleniyordu.

 

O güzel kadınla konuşurken uyuya mı kaldım?

 

“Neden yemiyorsun?” diye sordu kadın Lia gözlerini kırpıştırıp otururken. “Aç değil misin?”

 

Çocuk, kendi dizlerine sarılıp top şeklini alırken başını salladı.

 

“Hanımefendi, burası neresi? Anneme ne oldu? Önceden tanıştığım tatlı leydi nerede?”

 

“Neden sordun?”

 

Kadın, ona cevap vermek için doğru kelimeleri bulmakta zorlandı ve her cevabında tereddüt etti.

 

Kapı aniden açılmadan önce dışarıdan kargaşa sesleri geldi. Orada, bir melek gibi parıldayan, bal sarısı saçları ve zümrüt yeşili gözleri olan bir çocuk duruyordu. Lia’nın yüzünü ışıltılı bir gülümsemeyle karşıladı.

 

Lia, ilk defa bu kadar güzel birini görüyordu. Çocuk ona doğru yürürken kirli ellerini sakladı.

 

“Merhaba, Camellia.”

 

DEVAM EDECEK…

Çevirmen: Nekoneptun

Çn: Merhabalaar!! İlk defa bir novel ile karşınızdayım. İlk defa böyle bir alanda çalışıyorum ve webtoonlara göre oldukça zor olduğunu söyleyebilirim. Zor ama heyecanlı bir iş. Elimden gelenin en iyisini yapacağım. Hikaye oldukça güzel ve merak uyandırıcı bakalım ileride neler olacak hep beraber göreceğiz. Hepinize iyi okumalar dilerim ^^

Next
Okuma Geçmişim
You don't have anything in histories

Comments for chapter "Bölüm 1"

MANGA DISCUSSION

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

*

  • Hayalistic
  • BLOG
  • Biz Kimiz?
  • Discord
  • Destek

© 2014-2025 Hayalistic Webtoonları Sizlere Sunar.

Sign in

Lost your password?

← Back to Hayalistic

Sign Up

Register For This Site.

Log in | Lost your password?

← Back to Hayalistic

Lost your password?

Please enter your username or email address. You will receive a link to create a new password via email.

← Back to Hayalistic