Finding Camellia - Bölüm 10
10.BÖLÜM
Sekiz atın çektiği bir araba Eatre’nin başkenti boyunca koştu. Batı’da kentsel bir bölge ve doğuda halk kesimi için bir yerleşim bölgesi vardı ve daha fazla doğuya giderseniz Louvre’ye ulaşırdınız.
Şaşkın görünen Lia, gözlerini pencereden alamadı.
Bir yıl önce, Corsor’u gezmiş ve Marki’nin topraklarını görmüştü. Bakımlı yolları, tertemiz binaları ve aristokratlar gibi giyinmiş halkı görünce şok oldu. Hatırladığı başkentten oldukça farklıydı çünkü Louver suçlularla doluydu.
Lia ve Marki, onları büyük müzeler ve canlı dükkanların karşıladığı şehrin merkezine doğru ilerlediler. Lia, sanki görkemli bir tablodan çıkmış gibi görünen ve tentenin altında oturan hanımlardan oluşan bir grubu görünce hayranlıkla ellerini birleştirdi.
“Burası gerçekten de başkent mi…?”
Marki, büyülenmiş görünen Lia’ya güldü.
“Daha önce hiç Louver’in dışında çıktın mı?”
“Hayır, annem dışarısının tehlikeli olduğunu söyledi.”
“Bunu Laura mı dedi?”
Lia, başını sallayarak onayladı. Annesi hakkında yüksek sesle konuşmayalı uzun zaman olmuştu. Adını duymak gözlerini yaşartmıştı.
“O haklı. Başkent her zaman güvenli bir yer değil. Ancak kiminle olduğuna göre oldukça hoş bir yer de olabilir.”
Lia, sakin olmaya çalıştı. Marki ona tedirginlikle baktı. Başkentte Louvre’den daha tehlikeli bir yer yoktu. Ancak Laura, kızına Louvre’nin dışındaki bölgelerin daha tehlikeli olduğunu söylemişti. “Seri katil” terimi orada anlamını kaybediyordu, ölüm ve cinayet orada yağmur kadar yaygındı. Marki bunun nedenini anladı. Kızını meraklı gözlerden uzak tutmak istedi. Kabul edilecekleri tek yer Louvre olduğu için kızına buradan ayrılmamasını öğretmiş olmalıydı.
Marki, onu rahatlatmak istedi ama araba sarayın arazisine girmişti bile. Sonsuzluğa uzanan bahçe ve Bale malikanesindekilerle kıyaslanamayacak kadar süslü binalar görüş alanına girdi.
Marki, ona saraya varmadan önce daha gidilecek çok yol olduğunu söyleyince Lia soğuk terler döktü.
Daha sonra, arabacının kamçı sesi kesildi ve araba kırmızı tuğlalardan oluşan müştemilatın önünde durdu. Buraya gelirken yanlarından geçtikleri gösterişli binalara kıyasla terzinin atölyesi bu kırmızı tuğlalarla kırsal bir hava veriyordu.
Lia ve Marki, arabadan indiler. İki ayağı yere basıyor olsa bile sanki bulutların üstündeymiş gibi hissediyordu belki sabahtan beri yolda oldukları içindi.
“Pekala, kesinlikle ilk defa bir arabada bu kadar uzun süre kalıyorum.” Dedi Marki.
“Ve hepsi benim yüzünden… Üzgünüm, baba.”
“Ne için özür diliyorsun? Asıl özür dileyen ben olmalıyım.”
Lia, gizemli sözleriyle kafasını kaldırdı.
Lia’nın dengesini sağlamasına yardım ederken birisi onlara doğru geliyordu.
“Hoşgeldiniz, Lord Bale. Ben Baron James Owen.”
“Ah, Lord Owen.”
“Evet, Lordum. Majesteleri İmparator sizinle görüşmek istiyor. Lütfen, Büyük Salon’a gitmek için beni takip edin.”
Baron, başını hafifçe eğmeden önce Lia’ya baktı.
Biraz tedirgin olan Marki, cevap verdi. “Kasıtlı olarak Majestelerine haber verilmemesini söylemiştim.”
“Ama şehirde arabanızı tanımayacak tek bir kişi bile yok, Lordum.”
“Oğlumun üniforması için terziye geldim. Onu daha sonra ziyaret edeceğim.”
“Ama—”
“Bu kadarı yeterli.”
Marki’nin kesin cevabıyla Baron’un rengi soldu ama pes etmedi.
“Camellius’a eşlik etmeme izin verin.”
Marki sese doğru döndü ve anında karşılık olarak eğildi. “Majesteleri.”
Binicilik üniforması giyen imparatorluğun veliaht prensi Wade von Weiz at üstündeydi. Koyu kahve saçları ve derin, sıcak altından gözleri vardı.
“Uzun zaman oldu, Lord Bale. Ve… Camellius Bale.”
Lia, onu malikanede gördüğünü hatırlamasa da, Wade’in Claude’nin arkadaş grubunun bir parçası olduğunu çok sonraları duymuştu.
Wade atından indi ve eldivenini çıkardıktan sonra elini Marki’ye uzattı. Marki, dudaklarını elinin arkasına bastırarak saygını gösterdi.
Veliaht prensin teklifini reddetmeye cüret edemem…
Lord Bale, Lia’nın omuzlarını sıktı. “İyi olacağını düşünüyor musun?”
“Evet, bunun için çabalayacağım.”
“Eminim içeri girdiğin gibi seni tanıyacaklardır. Hemen döneceğim.”
Marki’nin Lia’ya olan davranışları, normalde bir babanın oğluna davranışlarından oldukça farklıydı. Wade, aralarındaki değişime sırıttı ve arkasını döndü.
“Lord Bale, gitmeliyiz. Babam sizi görmeye çok hevesli.”
Lia, iyi olacağını belirtircesine Marki’nin gözlerinin içine baktı baktı ve prensi takip etti. Prensin hizmetçileri ise onları belirli bir mesafeden takip ediyordu ama Wade elinin tek hamlesiyle onları başından savdı.
Lia, sessizce onu sümbül bahçesinden takip etti.
“Geçen dört yılda çok büyümüşsün ama yüzün hiç değişmemiş.” Dedi Lia’yı tepeden tırnağa süzerken. Lia’nın tek yapabildiği garip bir şekilde gülümsemekti.
“Müdür senin kaydını onayladığından beri Akademide konuşuluyorsun. Neler dediklerini merak etmiyor musun?”
“Benim hakkımda mı konuşuyorlar?”
“Evet, oldukça ünlüsün. Güzel bir çocuk olduğunu hatırlıyorum ama bu kadar kadınsı olduğunu görmek şaşırtıcı.”
“Muhtemelen zayıf bedenim yüzündendir ama beni hala hatırlamanız gururumu okşadı.”
“Markiz ve donanma kaptanının iki çocuğunun da bu kadar zayıf bünyeye sahip olması çok ilginç. Her neyse, işte burası. Gel.”
Wade kapıyı açarken odada bulunanlar Veliaht Prens’in ani gelişiyle koltuklarından sıçradılar. Hepsi İmparatorluk’un terzisi Frank tarafından ölçülmeyi bekleyen aristokratlardı.
Lia ne kadar gerginse Wade bir o kadar rahattı.
Odadaki bütün kişiler— bakımlı bıyıkları olan beyefendiler, yelpazesinin arkasına saklanan hanımlar ve Akademi’nin öğrencisi olarak bulunanlar— hepsi haykırdı ve dikkatle Lia’yı inceledi.
İkisi, kırmızı halı serili ana salondan terzinin çalışma odasına rehberlik eden bir hizmetçiyi takip etti. Terzi Frank, platformun üstündeki genç bir lordla ilgilenmek meşguldü.
Frank, gelişlerini fark eden terzi yukarı baktı ve selamladı. “Majesteleri, randevu defterinde adınızın olduğun hatırlamıyorum.”
Terzinin küstah yanıtından etkilenmeyen Prens, pencerenin yanındaki kanepeye oturdu.
“Kendi üniformam için burada değilim. Claude, bak kimi getirdim.”
Wade, ağzına üzüm attı ve bacak bacak üstüne attı.
Platformdaki Claude, gömleğini iliklerken arkasını döndü.
Lia nefesini tuttu.
Onu en son dört yıl önce görmüştü. Biz zamanlar sızlayan yanağına kar tutan genç lord, bir erkeğe dönüşmüştü. Omuzları genişlemiş, boyu uzamış ve yüz hatları daha olgundu.
“Hiç değişmemişsin.” Cladue aşağı indi ve kibarca Lia’ya gülümsedi. “Merhaba, Camellius.”
***
Kolları iki yana açılmış platformun üstünde duran Lia, onu izleyen Claude ve Wade’i yansıttığı için aynaya bakmaya cesaret edemedi. İkisi koltuğa oturmuştu ve sanki gösteri yapıyormuş gibi onu izliyordu. Yine de ne kadar denese de Claude’nin bakışlarına yakalanmaktan kaçamadı. Corsor’un nehirleri kadar mavi gözleri onun hakkında değişmeyen tek şeydi. Sessizce oturup onu izleyen iki beyfendi Lia’yı şaşırtmıştı.
“Tişörtünüzü kaldırabilir misiniz lütfen, Lord Camellius?” Terzi, kendisine çok büyük gelen giysiler giyen Lia’ya kızmış gibi görünüyordu.
“Üzerimdeyken ölçemez misiniz?” Lia karşı çıktı, terzinin beklenmedik isteği karşısında şok olmuştu.
“Üniformanızın düzgün ve zarif görünmesi için üstünüze iyi oturması gerektiğinden kesin ölçümlere ihtiyacım var.” Diye cevapladı Frank. “Hala büyüdüğünüzün farkındayım ama bu kıyafetler sizin bedeniniz için çok büyük, lordum.”
Terzi doğruldu ve Lia’nın tişörtünü çıkartmasını bekledi.
Lia, tereddüt etti. Betty’nin ona verdiği iç çamaşırını giyiyordu. Korse gibiydi, karnına kadar iniyor ve vücudunu sarıyordu. Bir korseden farklı bir şekilde daraltıyordu ama yine de bir kadın iç çamaşırıydı.
Ne olduğunu fark ederse başım belaya girer…
“Biraz mahremiyet alabilir miyim?” Diye sordu Lia, aynadaki iki beyfendiye bakarak.
“Tabii ki.”
Terzi başıyla işaret verdi ve hizmetçiler etraflarını sarak kumaşı başlarının yukarısına kaldırdılar. Lia kravatını gevşetti.
Wade ve Claude, kumaş kalktığında bir sohbete başladılar. Tartışma konuları Tarafsız Bölge’deki elmas madeninden tütün fabrikasını genişletmeyi planlayan konta kadar değişiyordu.
Babam ve Anghar da bunun hakkında konuşmuştu!
Lia, onları ilgiyle dinledi özellikle Kieran’ın adı geçtiğinde.
Lia gömleğini çıkardı ve Frank’la göz göze geldi.
Frank, ince boynunu, yuvarlak omuzlarını, ince uvuzlarını ve açıkça görünen belindeki kıvrımı gözlemledi.
Bakışları yeniden yukarı çıktı ve tek bir soru bile sormadı. Bunun yerine çabucak onu ölçtü ve kravatı için bir renk seçmesini istemeden önce notlar aldı.
“Bu, şu anda giydiğinden daha iyi olacak” diye fısıldadı Frank ona yeni bir gömlek verirken. “Ne kadar saklamaya çalışırsan o kadar belli edersin.”
Lia geri giyindiğinde hizmetçiler örtüyü kaldırdı.
Frank’ın neden sırrını sakladığını bilmiyordu ama kötü bir niyeti olmadığını hissetti.
Lia, cevap olarak başını salladı ve gömleğinin eteklerini pantolonun içine soktu ve yakalarını ilikledi. Arkasını döndüğünde Wade ona doğru yürüdü ve omuzlarından tuttu.
“Frank’e bu kadar zorluk çıkartan ilk müşterisin. Tartışacak çok şeyimiz var gibi görünüyor, Camellius. Neden sarayımda devam etmiyoruz?”
DEVAM EDECEK…
Çevirmen: Nekoneptun
Bir sonraki bölüm 6 Haziran’da!