Finding Camellia - Bölüm 12
12.BÖLÜM
Çevirmen: Nekoneptun
Kısa sürede karanlık turuncu gökyüzünün üstüne çöktü. Bahçedeki ışıklar tek tek yakıldı ve fonograftan yayılan çalgıların sakinleştirici müziği havayı doldurdu.
Lia, hizmetçisiyle birlikte uzaklaşmıştı ve Claude boş bir ifade ile bakakalmıştı.
Böyle bir sahtekarın şimdi kendini nasıl genç bir lord olarak taşıdığını görmek oldukça eğlenceli. Bunun takdire şayan olduğunu söylemeliyim. Sadece onun ürkütücü Leydi Bale’in üstesinden nasıl geldiği konusunda övünmek için dalga geçiyordum ama onu bu kadar endişeli görmek oldukça sevimliydi.
‘Sevimli’ mi?
Claude, bu yersiz itirafı karşısında şaşkına döndü.
Alnındaki kırışıklıkları gören Wade, kıkırdadı ve gözlerini kapatarak arkasına yaslandı. “Bu kadar huysuz olman hiç hoş değil. Claude.”
“Huysuz değilim.”
“Öyle mi? Görünüşe göre yalan söylemede daha da kötüleşmişsin.”
“Ve görünüşe göre de majesteleri Lius’a düşkün oldu.”
“Evet, güzel şeyleri seviyorum. Bu yüzden seni seviyorum. Ve Kieran’ı da.”
Prensin ses tonu yumuşak olsa bile gözleri keskinleşti. Wade konuşmasına sinsi bir şekilde devam etti. “Bu yüzden onun üstüne çok gitme, sadece Kieran’ın yedeği olduğunu söylesen bile Lius benim halkımdan biri olacak.”
“Majesteleri nasıl emrederse,” diye mırıldandı Claude. Kırmızı olgunlaşmış bir elmayı hava fırlatıp yakaladı, bir ısırık aldı; ısırdığı elmanın tatlı asidi ağzına yayıldı. Nedense bu acı tatlı ikilisinin damağında bıraktığı tattan hoşlanmamıştı.
Ellerinde mum tutan hizmetçiler, gençlerin yanından geçerken onlara doğru eğilerek selam verdiler ve sonrasında bahçede bulunan lambaları yaktılar.
Büyük Salon’dan müzik yayılırken sarayı yumuşak bir ışıltı doldurdu.
Sonunda iki adam ayağa kalktı.
Bu akşam, Claude’nin Akademideki son altı ayının başlangıcıydı. Üniversitede Askeri Bilimler bölümünde okuyacak ve mezun olduktan sonra da donanmaya katılacaktı.
Camellius Bale’in aklına bir şimşek çaktı; Claude’nin kalan altı ayını neden ona bağladığını anlamıyordu.
“Bu ay katılacağımız kaç balo var?” Diye sordu Wade. “Görünüşe göre babam beni evlendirmek için her şeyi yapıyor, öyle değil mi?”
“Ya Selby ailesi nasıl?”
“Claude, böyle şeyler hakkında şaka yapmamalısın. Marilyn ile nişanlısın.”
“Ben asla böyle bir şeyi ilan etmedim.” Claude’nin ses tonu kızdığını gösteriyordu.
Uygun kıyafetlerini giydikten sonra kendilerini bekleyen arabaya bindiler. Huysuz ve çocuksu şikayetlerine rağmen artık Veliaht Prens ve Dük’ün bir parçası gibi görünüyorlardı.
Arabaları tıpkı diğerleri gibi bahar akşamına doğru yola çıktı.
***
“Doktoru çağıracağım.” Dedi Marki sert bir ifade ile.
Lia ona güvence vermek için zorlama bir gülümseme gönderdi. “Sadece bir karın ağrısı ayrıca baloda—”
“Hastaysan katılmana gerek yok. Endişelenme.”
“Teşekkür ederim.”
Lia, deniz mavisi rahat kanepeye otururken şişmiş karnını ovuyordu.
Marki, onun ısrarına rağmen, ancak doktoru çağırıp onu muayene ettikten ve bazı sindirim ilaçlarını reçeteye yazdırttıktan sonra baloya giti.
Hazımsızlık için ilaç almak zorunda olduğuma inanamıyorum.
Lia, sıvı dolu küçük şişeye baktı. Mantarı çıkardığı gibi acı bir koku odayı doldurunca şişeyi hemen geri kapattı. Bir hizmetçi bir kâse dolusu rengarenk şekeri masaya kodu ve arkasından kapıyı kapatarak odadan çıktı.
Lia, ona çocuk gibi davranılmasından rahatsız oldu. Tabii ki, hayal kırıklığının asıl nedeni kibirli Lord Claude’ydi ama onu suçlayamazdı.
Betty’i özledim.
Her zamanki gibi ona bir bardak tatlı şeftali çayı verir ver karnını ovardı. Lia her zaman onun dokunuşuyla acının gittiğini hisseder ve hızlıca uykuya dalardı.
Ama burası saray ve Betty de burada değil.
Gözlerini sıkıca kapatan Lia, ilacı yuttu ve ağzına hızlıca iki tane pembe şeker attı. İlacın acı tadı yanında dilinin üstünde eriyen pembe şekerin tadını da alıyordu.
Ağzına daha fazla şeker attı ve üstündekileri çıkardı. Cildinde kırmızı izler bırakan Betty’nin ona verdiği deri iç çamaşırını çıkarmasıyla mide ağrısı kaybolmuş gibiydi.
Büyüyen göğüslerinin daha fazla saklayamayacak hale gelmesinin çok yakında olduğunu biliyordu. Diğer asil leydiler gibi çekici olmayabilir ama yine de vücudu değişiyordu.
Lia, yatağın üzerine serdiği gömleği giydi. Sadece kalçalarına kadar gelen gömleğiyle, kucağında şeker kasesiyle beraber pencerenin pervazına oturdu.
Burada çok bunaldım.
Lia camı açarak serin rüzgârın odayı doldurmasına izin verdi. Zümrüt yeşili gözleri karanlığa baktı.
Louver —imparatorluğun en karanlık kenar mahallesi, doğduğum ve büyüdüğüm yer— bu duvarların arkasında bir yerdeydi. Oraya geri dönmek istemiyorum ama annemi düşündüğümde onu özlüyorum. Dört yıl geçmesine rağmen daha dünmüş gibi geliyor. Annem beni şimdi görse tanır mı merak ediyorum…
Ağzına bir şeker daha attı ve başını eğdi.
Dışarıdan bir kızın sakin sesi geliyordu.
“Prenses Rosina ve Lord Kieran’ın gelecek ay nişanlarını duyuracaklarını duydum.”
Uzun, kırmızı saçlı genç hanım yanındaki adama gülümsedi. Bu, Claude del Ihar’dan başkası değildi.
“Öyle diyorlar.”
Yürürlerken kız onun koluna girdi.
Marilyn Selby mi?
Onu şiddetle azarlayan kızın adını hatırladı. Gözlerini ikisinden alamadı.
“Bizim de nişanımızı yakında duyurmamız gerektiğini düşünmüyor musun? Babam, ertelememiz hakkında beni rahatsız ediyor.”
Claude gözünü kırpmadan onu itti ve alay edercesine güldü. “Beni beklemek yerine evlenecek başka birini bulmanız daha iyi olur, Leydim.”
Marilyn onun ifadesini görünce dondu— gülümsemesi gözlerindeki sertliği yalanlıyordu. Cevap olarak gülerek aşağılanmasını maskelemeye çalıştım.
“Dalga geçmemeli—”
“İmparatorlukta başka bir sürü genç erkek var,” diyerek ekledi Claude, daha derine kazıyarak. “Ve hatta elini seve seve tutacak daha fazlası, Leydim.”
“Ama hiçbiri sizinle kıyaslanamaz, Lordum. Peki, sizinle konuşmak güzeldi. Bir sonraki dansımızı dört gözle bekleyeceğim.”
Marilyn genişçe gülümsedi ve Salon’a dönmeden önce eğilerek selam verdi. Lia, görmemesi gereken bir şeye şahit olduğunu düşündüğünden kalbi deli gibi çarpıyordu.
Yanlışlıkla kolunu sardığı şeker kasesini eğdi ve rengarenk şekerler pencereden aşağı düştü. Lia onları tutmak için hamlede bulunsa bile çabası boşunaydı.
“D-dikkatli ol!”
Claude’nin kafasını kaldırması ve şekerlerin yüzüne çarpması bir oldu.
Ah, olamaz!
Diyecek başka bir şeyi yoktu.
“Demek buradaydın,” dedi Claude yukarıya doğru bakarken. Gözleri sanki avını yakalamış bir avcı gibi parıldıyordu.
***
Buraya gelmesinin imkânı yok.
Olması… İmkânsız…
Panikleyen Lia, özür bile dileyemeden pencereyi çarparak kapattı. Odasındaki mumları söndürmeye koştu.
Hava bu kadar karanlıkken benim odamı bulamaz muhtemelen.
Sarayda altı yüzden fazla oda—her odanın kendine ait bir banyosu— ve her katta iki yüz elli kapı vardı. Onu bulması kesinlikle imkansızdı.
Ya da öyle olmasını umdu.
Sadece tek bir mum yanarken battaniyenin altına saklanıp zamanın geçmesini bekledi. Ama sessizlikte oyalanırken düşünceleri ona işkence ediyordu.
Beni kesinlikle gördü. Özür dilemeli miydim?
Sonuçta o bir Lord ve ben de yanlışlıkla yüzüne vurdum!
Ya bundan sonra bana daha fazla eziyet ederse?
Düşündükçe daha fazla huzursuz olmaya başladı
Sonra, Lia yorganını fırlattı ve ayağa kalktı. Onları böyle gözlemenin onun hatası olduğunu biliyordu.
Özür dilemeliyim.
Dağılmış saçını taradı ve sandalyenin üzerine atılmış pantolonuna uzandı.
“Bu küçük saklambaç oyununda sıra bana mı geldi?”
“Ahhh!” Lia, kapı eşiğinden gelen sese şaşırarak bağırdı.
Kalbi gümbürdüyordu. Şaşkınlıktan poposunun üstüne düştü.
Claude karanlıkta gizlenerek duruyordu. Odadaki tek ışık kaynağı şöminenin mermeri üzerinde duran tek bir mumdu.
“Hatırladığım kadarıyla az önce üzerime şeker yağdırdın.”
Üzerinde yürüdüğü halı adım seslerini yutuyordu. Lia, yüzünü ancak ona yaklaştığında görebildi.
“Bulabildiğin en iyi saklanma yeri burası mıydı?”
Sonunda kendini yerden kaldırdı ve pantolonunu almak için atıldı.
“O-o bir hataydı. Özrü dilerim, lordum.”
Karanlık olduğu için şanslı hissederek geriye birkaç adım attı ve pantolonunu giydi. Sonrasında yatakta duran iç çamaşırına bakış attı.
“İyi olmadığını duydum.”
Kısık gözlerle ona bakan Claude deniz mavisi kanepeye oturdu. Pamuklu gömleğinin üst düğmesini açmadan önce kravatını gevşetti. Yorgun görünen Claude arkasına yaslandı ve gözlerini kapattı.
Lia dikkatlice parmak uçlarında yürüyerek geçti.
“Karnım ağrıyordu bu yüzden dinleniyordum.”
“Ama şeker yiyecek kadar iyisin gördüğüm kadarıyla.”
Claude’nin alaycı yorumuna karşı surat astı.
Pencereden içeri süzülen ay ışığı Claude’nin kibirli yüzüne düşüyordu ve Lia onun sinir bozucu bir şekilde yakışıklı olduğunu düşündü.
“İlacın acı tadını geçirmek için şeker lazımdı.”
“İlaç mı? O kadar ciddi mi?”
Claude dikleşti ve bakışları Lia’nın yumuşak yüzüne değdi.
Kanepeden bir şey almak için dikkatlice hareket etti ve çabucak gömleğinin içine sakladı. Gözleri bir çıkış yolu bulma umuduyla odanın içinde geziniyordu.
“Camellius.”
Claude’nin sesini duyunca yutkundu, banyoya kaçmak üzereydi.
“Evet…”
“Buraya gel.”
Claude sessizce ona bakarak kanepede yanına oturmasını işaret etti.
DEVAM EDECEK…
Bir sonraki bölüm çok yakında! Bir sonraki bölüm görüşmek üzere^^