Finding Camellia - Bölüm 2
2.BÖLÜM
“K-kimsiniz?”
Telaşlı olmasına rağmen Lia’nın gözleri belli bir merakla parıldadı. Onun büyülenmiş yüzünü gördüğünde, çocuğun gözleri de parıldayan mücevherler gibi ışıldamaya başladı.
“Kieran. Ben Kieran Bale. On iki yaşında olduğunu duydum. Doğru mu?”
“Evet…”
“Peki, ben bu sene on beş oluyorum. Senden sadece üç yaş büyüğüm yani utanmana gerek yok.”
Kieran yatağın kenarına yaklaşarak oturdu ve dikkatle Lia’ya bakmaya başladı. Betty, ikisinin esrarengiz benzerliğine hayran kaldı. Asil zümrüt gözler ve bal sarısı saçlar o kadar çarpıcı bir şekilde benzerdi ki, sanki aynı rahimden gelmiş gibilerdi. Üstelik ince yüz hatları diğerinden nereyse ayırt edilemezdi.
Lia garip hissetti, Kieran onu incelemeye devam ederken gerginlik göğsünü gıdıklıyordu. Sonunda elleri yanaklarına ulaştığında, Lia yataktan fırladı ve korkuyla uzaklaştı. Kısa bir süre kanepenin arkasında saklandıktan sonra, büyük yuvarlak gözleriyle tekrardan ona bakmak için cesaretini topladı.
“Lütfen beni annemin yanına götürün.” dedi çekinerek. “Buraya geldiğimi ona söyleyemedim bile. Benim için endişelenmiş olmalı!”
“Ah, tatlım. Anneni mi özledin?” diyerek cevap verdi Kieran. “Hmmm… Betty? Lia’nın annesi nerede?”
Çorbayı getiren kadın, Lia’ya yaklaşırken endişesini gizlemeye çalıştı.
“Bu leydi hazretlerinin söyleyebileceği bir şey. Bana sadece onu beslemem ve banyo yaptırmam söylendi” dedi çocuğun gözleriyle buluşmak için eğilirken.
Betty’nin kibar gülümsemesiyle teselli olan Lia, bir anlığına korkularının varlığını unuttu.
Bu gizemli yer güzel, kibar insanlarla ve hoş kokulu şeylerle doluydu. Bu nedenle bir kez bile düzgün bir şekilde banyo yapmamış biri için pek uygun görünmüyordu. Genç bir çocuk için bile bu çok belliydi. Lia orada, kanepenin arkasında otururken utangaç bir şekilde kendini koklamaya başladı. Kendi vücudundan yayılan keskin kokular burnunu delip duyularına saldırdı.
Lia, Betty’nin eteğini çekiştirmeden önce, gözleri Kieran’ın beyaz ipekten gömleğiyle kendi üzerindeki paçavraların yıpranmış dikişleri arasında gidip geldi.
“Affedersiniz. İlk önce banyo yapabilir miyim?”
“Tabii ki. Banyo yaptıktan sonra da yiyebilirsin. Senin için çorbayı sonra ısıtacağım.”
Lia, kafasını salladı ve hala yatağın kenarında oturan ve gülümseyen Kieran’ın aniden rengi atıp kontrolsüzce öksürmeye başlamasıyla ayağa kalktı.
“A-anghar!” Kieran şiddetli öksürükler arasında hırladı.
“Efendi Kieran!!!” Betty çığlık attı.
Görevliler odaya daldı, yüzlerindeki renk gözle görülür bir şekilde çekilmişti. Dudaklarının üzerine temiz bir bez koyup onu kaldırdılar ve birisinden yardım isterken onu aceleyle dışarı çıkardılar. Herkes bariz bir şekilde huzursuz görünse de durum olabildiğince sakin ve hızlı bir şekilde halledildi.
Lia, bir zamanlar böyle öksüren birini tanıyordu. Her karşılaştıklarında ona şeker veren genç bir şövalye vardı. Şövalye, annesinin müşterilerinden biriydi ve yıllarca kontrol edilemeyen öksürük nöbetlerinden sonra sonunda hastalığına yenik düştü. Parlak mavi zırhı en sonunda kendi kanına bulandı ve öldüğünde ağlayan annesinin kollarındaydı. Lia, sahneyi canlı bir şekilde hatırladı ve anında korkuya kapıldı.
Gözlerine yaşlar dolarken Betty’nin eteğini daha sıkı kavradı ve sordu “O ölecek mi?”
Masum ama üzücü bir soruydu. Betty, Lia’nın saçlarını okşarken başını salladı ve “Hayır, ölmeyecek” dedi.
“Gerçekten mi?”
“Tabii ki. Artık banyo yapmaya gidelim mi? Ne kadar çok beklersek uykuya o kadar az vakit kalır.”
Lia’nın hâlâ cevaplanmamış bir sürü sorusu vardı ama Betty ona başka bir şey söylemezdi.
Betty’i itaatkâr bir şekilde koridorun karşısındaki odaya kadar takip etti. İçerde içi ılık su dolu muhteşem bir küvet, rengarenk banyo tuzları ve kokulu sabunlar buldu. Çocuk, doğru düzgün banyo yapmayı bırakın, daha önce gerçek bir banyo bile görmemişti. Bu yüzden korku ya da hayranlığını ifade etmek yerine, küvetin önünde garip bir sessizlik içinde durmaktan başka bir şey yapamadı.
Betty, başını okşadı ve “Bundan sonra burada her gün banyo yapacaksın, yani buna alışsan iyi olur.” dedi.
Lia, yetişkinlerin çok fazla soru soran çocukları sevmediklerini hatırladı. Hatta bazen onlara deri bir kemerle vururlar ya da yüzlerine tokat atarlardı.
Ve böylece o da üstünü çıkarırken ağzını kapalı tutmaya karar verdi. Giysileri üstünde olmayınca, gerçekten bir deri bir kemikti. Kıyafet dediği paçavraları olabildiğince düzenli bir şekilde katladı ve yere koydu. Sonrasında ince vücudunu dikkatlice küvete soktuğunda alışılmadık sıcak su hissi karşısında hemen irkildi.
Kir katmanları yavaş yavaş yıkanırken yüzü parlamaya başladı. O kadar kirliydi ki banyo suyunun iki kez değiştirilmesi gerekti.
Betty, sonunda Lia’nın parıldayan değişiminden memnun olarak gülümsedi ve ayağa kalkarken alnındaki teri sildi.
“Tanrım, sırtım… Tamam, şimdi yıkandığına göre hadi sana yiyecek bir şeyler hazırlayalım. Bu gece başarmamız gereken çok iş var”
***
Lia, hayatı boyunca bu kadar yumuşak bir ekmek, lezzetli bir çorba ve taze bir tavuk yememişti. Görkemli yemeğin tadı, her zaman ağzını kaşıyan kırılgan, bayat somunlarla veya genellikle midesini doldurduğu için yediği ekşi mısır çorbasına hiç benzemiyordu.
Akşam yemeğinden sonra leydi hazretlerine kendini yeniden tanıtmak için Betty ile yürürken Lia, eve dönmesine izin verilip verilemeyeceğini sormaya karar verdi. İsteğini olabildiğince saygılı bir şekilde nasıl ifade edebileceğini düşündü.
Ne kadar yürüdüklerini merak etti, hedeflerine vardıklarına bacakları acımaya başlamıştı bile. Betty kapıyı tıklattı.
“Leydim, çocuğu getirdim.”
“Girebilirsin.”
Lia sesi anında tanıdı.
Kapının arkasında, o annesini beklerken onunla konuşan zarif leydi vardı. Lia, odaya girerken Betty’nin elini sıkıca tuttu. Sonrasında Betty’nin talimatıyla ellerini birleştirdi ve kafasını eğdi.
“Merhaba, leydim.” dedi Lia sessizce.
Markiz, üzerinde bir gecelik ve mavi bir sabahlıkla gösterişli bir kanepede oturuyordu. Sabahlığı gür kahverengi saçlarını kısmen kapatıyordu ve soğuk mavi gözleri kusursuz bir incelik yayıyordu. Çocuğun selamına kuru kuru başını salladı. Leydinin yüzündeki sert ifadeden şimdiden korkan Lia, bir adım öne çıkarken tereddüt etti.
“Banyo yaptıktan sonra çok daha iyi görünüyorsun, Camellia.” Dedi Markiz.
“Lezzetli yemekler için teşekkür ederim ama artık annemi görmek istiyorum” diyerek cevapladı Lia.
“Ah, tatlım…” kısa bir iç çekişten sonra, Markiz bir adım öne gelmesi için işaret etti.
Odaya girdiğinden beri tek kelime etmeyen Betty, Leydinin sessiz emrini fark etti ve çocuğu kibarca önce itti. Çok yavaş bir şekilde öne doğru yürüdü.
Markiz, Lia’nın eline uzandı ve onu yanında oturttu. Yakından tehditkâr olduğu kadar güzeldi de. Lia’nın kaybolmuş yavru bir köpek gibi sızlanmasına neden oldu.
“Üzgünüm Camellia ama artık onu göremezsin.”
“E-efendim, hanımım?”
“Annen iğrenç bir suç işledi. Görüyorsun, o çok değerli bir şeyi çaldı.”
Suçlamayı duyduğu anda Lia’nın gözleri inkâr edercesine büyüdü. Markiz, çocuğun zümrüt yeşili gözlerine bakmaya başlarken dudaklarının köşeleri aniden seğirdi.
“A-annem bir hırsız değil!”
Korkmuş çocuğun gözleri dolmaya başladı. Markiz, küçük kızın nemli saçlarına baktı ve gözleri bir anda küçümsemeyle doldu.
“Lia, annenin benden çaldığı şey benim için çok değerliydi. Ve bu asla geri alamayacağım bir şey. Bunun için cezalandırılması gerektiğini düşünmüyor musun?”
“S-sizin için geri getireceğim! Annem bir hırsız değil. Biz fakiriz, çok fakiriz görüyorsunuz… Lütfen bana inanın Lütfen!!!”
“Getirecek misin? Hmmm….”
Markiz Lia’nın yanağını sıkarken Betty’e kafasını salladı. Mesajı alan Betty, çekmeceyi açtı, içinden keskin bir çift makas çıkardı ve onları masaya koydu.
“O zaman karar verildi. Amacıma hizmet edeceksin.”
Lia bir anda dehşetle doldu ve hıçkırmaya başladı.
“Camellius Bale.” Dedi Markiz.
Bu onun adı değildi. Lia, onu düzeltmek ve adının Camellia olduğunu söylemek istedi ama dili tutulmuştu.
“Bugünden sonra Camellius Bale olarak yaşamayı kabul edersen senin de annenin de güvende olacağına söz veriyorum.”
“A-ama… benim adım Camellia…”
Markiz kafasını sallarken sessizce gülümsedi ve “Hayır. Bundan sonra sen Camellius Bale olacaksın.”
Ne yapılan konuşma ne de motivasyonlar Lia gibi bir çocuk için anlaşılırdı. Ne olduğunu anlamakta zorlanırken Markiz makasını saçlarına götürdü.
“Kısa saçın sana yakışacağını düşünüyorum.”
Daha ensesindeki tüylerin diken diken olduğunu hissedemeden buklelerinin önemli bir kısmı çoktan kesilmişti. Lia, Betty’nin nefesinin kesildiğini duydu ve gri halının onun altın sarısı bukleleriyle dolu olduğunu gördü. Şoktan donmuştu, güzel ve uzun saçları kesilirken tek kelime edemedi. Çok geçmeden makasın sesi kesildi.
“Betty.”
“Evet, Leydim.”
“Burayı temizlemesi için birilerini çağır ve Lius’u odasına götür.”
Markiz, makası kaldırırken yorgun sesiyle konuştu. Lia, titreyen parmaklarını yeni kesilmiş kısa saçlarına götürdü.
‘Benim güzel Camellia’m. Neden bu kadar güzelsin? Benim güzel bebeğim.’
Annesinin her gece saçlarını nasıl taradığını ve onu kollarına aldığını hatırlarken annesinin sesi birdenbire kulaklarında yankılandı. Betty, ona yaklaşıp kucağına alırken Lia hıçkırarak ağlamaya başladı. Perişan ve korkmuş bir halde, kollarını Betty’e sardı ve ağlamaklı yüzünü boynuna gömdü.
Güzel uzun saçları mahvolmuştu ve artık yabancı bir isimle çağrılmaya başlamıştı. Yeni odasına döndüğünde Betty’nin kollarından kaçarak bir köşeye saklanmaya gitti. Ağlamayı durduramıyordu—belki sevdiği bukleleri gittiği içindi ya da annesini bir daha hiç göremeyeceği için. Yapabildiği tek şey ağlayabildiği kadar sesli ağlamaktı.
Betty, ağlayan çocuğun karşısına oturdu ve sakince “Lia, annen cezalandırılmayacak. Hastalığı için tedavi olacak. Leydi hazretleri kötü biri değil. Sadece biraz kızgın, bu yüzden Laura’yı kurtarmak için onun sözünü dinlemelisin.”
Lia, ellerinin tersi ile gözlerini sildi ve yüzünü bu kibar sese çevirdi.
“Bu annemin adı… annemi tanıyor musun?”
“Tabii ki tanıyorum. Burası senin babanın malikanesi sonuçta.”
“…Babamın mı?”
Betty onayladı ve duvarı işaret etti. İşte o an Lia kocaman portreyi gördü: altın sarısı saçları ve zümrüt yeşili gözleri olan bir adam, bir salon takımının içinde centilmence duruyordu. Benzerlik o kadar açıktı ki resim sanki canlı gibiydi.
‘Saçların ve gözlerin aynı babanınki gibi, Lia.’
Gözleri o resme değdiği anda onun kim olduğunu biliyordu. Yakındaki loş bir lambanın ışığı, portredeki adamınkiler kadar zümrüt yeşili parlayan gözlerine yansıdı. O anda başına tam olarak ne geldiğini anladı. Annesinin markizden çaldığı iddia edilen şey bir nesne değil bir insandı. Başını çevirdi ve pencereye vuran yansımasını gördü. Kabaca kesilmiş bir saç, artık kadınsı durmayan cılız bir vücut.
“Camellius Bale.” Lia bu yabancı ismi mırıldanırken kafasını dizlerine gömdü.
DEVAM EDECEK…
Çevirmen: Nekoneptun