Finding Camellia - Bölüm 4
4.BÖLÜM
Claude, Corsor’daki Bale Malikanesinde dört gün daha kaldı.
Claude ile tanıştığı ilk gece Lia, bir türlü uyuyamadı çünkü her gözlerini kapattığında silah sesi ve ardından bir canavarın çığlıklarını duyuyordu. Betty, bunun Kieran’ın Claude, Lord Torin ve diğer birkaç kişiyle birlikte ava gittiğinden kaynaklandığını söyledi.
Lia, onları anlayamıyordu. Neden gündüz vaktinde değil de gece ava gidiyorlardı ki? Ayrıca, henüz reşit olmadıkları için tek avları küçük yaratıklardı. Yemek için değil de eğlence için mi avlanıyorlardı?
Araziye bakan pencereleri büyük bir battaniyeyle kapattı. Betty, bu hareketine şaşırdı ve uzaktan ateş eden silah seslerini susturmak için ne yazık ki hiçbir işe yaramayan bir perde yerleştirdi.
“Uyanın, Lordum. Sabah oldu bile!”
Lia, bitkin bir halde şaşkınlıkla uyandı. Claude gittiğinden beri ilk kez düzgün bir gece uykusu çekmişti ama yataktan doğrulurken bile uyuklamaya devam etti.
Her nasılsa, uyanması gerekiyordu. Markiz ile görüşebildiği tek zaman olan kahvaltıda olması gerekiyordu. Hâlâ yarı uykulu halde Betty’nin kollarına kıvrıldı. Betty onu kucakladı ve Lia’nın yüzünü iyice yıkadığı ve dağınık saçlarını taradığı ayaklı lavaboya taşıdı.
Sonunda tamamen ayılmış olan Lia, pantolonunu ve kemerini ustalıkla giydi. Bu rutin onun alışkanlığı haline gelmişti ama bu lükse bu kadar kolay alışmış olmaktan korkuyordu.
Bu yüzden ne zaman aynaya baksa kirle kaplıyken nasıl göründüğünü hatırladı. Tekrar karşılaştıklarında annesinin onu tanıyabilmesi için daha önce nasıl göründüğünü kendisine hatırlatması gerekiyordu.
Betty, Lia’nın boynundaki eğri kravatı düzeltti ve memnuniyetle gülümsedi.
“İşte şimdi oldu. Hadi kahvaltıya gidelim.”
“Tamam.”
Lia, gergindi ama korkmuyordu.
Markiz’le ilk yemeği sırasında orada öylece durmakta olan yemeğe bakarak oturdu, sofra takımlarını nasıl kullanması gerektiğini bilmediği için yemek yiyemiyordu. Sofra adabına yabancı olması da pek yardımcı olmadı.
O günden beri, onları nasıl kullanacağını öğrenmek için çok çalıştı. Şansına, ezberi kuvvetliydi bu yüzden onun için kolay oldu. Hâlâ Markiz’in karşısında geriliyordu ama artık aç kalmıyordu.
“Gelmişsin.” Dedi Leydi Bale, okuduğu gazeteyi kaldırırken ve Lia’ya baktı.
Onun çaprazında oturan Kieran, Lia’yı parlak bir gülümseme ile karşıladı.
“Gel otur. Bugün yumurtayı en sevdiğim şekilde yapmalarını istedim. Yumurta sever misin?”
Yumurtanın ne olduğunu bilmiyordu ama ona öğretildiği şekilde cevap verdi.
“Evet, abi.”
Artık söylemeye alıştığı bir kelime olan “abi” derken sesi biraz titriyordu. Markiz katıydı ama aynı zamanda kibardı. Lia’dan nefret etmesi için sebebi vardı ama onu her zaman iyiliksever bir gülümsemeyle karşıladı. O, sert biriydi ama histerik değildi.
Bu, biraz içki içtikten sonra saçmalayan Lia’nın annesi için çok büyük bir farktı.
Kieran, yemekleri hazırlayan hizmetkarları çağırmak için bardağına kaşıkla vurdu.
Sıcak yumurta lezzetliydi ve Markiz konuşmadan önce kısa bir süre Lia’nın tabağına baktı.
“Derslerinin iyi gittiğini duydum.”
Lia, cevap vermek için lokmasını çabucak yuttu. “E-eğlenceliler.”
“Bunu duyduğuma sevdim” dedi Leydi Bale sahte bir tatlılıkla. “Abin, akademide sınıf birincisiydi. Yeterli çabayla eminim sen de onun başarılarıyla yarışabileceksin, Camellius.”
Lia hala gergin hissediyordu ama coşkuyla onayladı. “Evet, efendim.”
Kieran, yumurta sarısını patlatırken kaşlarını çattı. “Lius derslerine başlayalı sadece bir hafta oldu. Elinden gelenin en iyisini yapıyor, anne.”
“Çaba, önemsemeden kullanman gereken bir kelime değil Kieran.”
“Babam burada olsaydı, Lius’a ders çalışmak yerine etrafta koşuşturmasını ve oyun oynamasını söylerdi.”
“Lius’la konuştuğumu görmüyor musun?” dedi Leydi Bale, sesini yükselterek.
Lia, yemek masasında ortadan kaybolmayı diledi. Tartışmadan sorumlu hissetmek, yuttuğu yemeğin midesine bir top gibi oturmasına neden oldu.
“Lütfen çok üstüne gitme, anne. Lord Claude sağ olsun, gece gündüz süren tüfek atışlarından geçtiğimiz dört günde doğru düzgün uyuyamadı bile.”
Kieran, buz gibi soğuk Markiz’i eritebilecek tek kişiydi ve Lia buna hayran kalıyordu.
Hiç uyku almadığımı fark edecek kadar nazik.
Belki de Kieran yüzündendi ama Leydi Bale bir daha derslerinden bahsetmedi. Aralarındaki gerilim azaldı ama Lia buradaki ilk günü gibi rahatsız oldu ve yemeğini bitiremedi.
Markiz gittikten sonra Kieran, ikisi için şerbet istedi.
“Lord Claude ile akademide tanıştık. Aynı yaştayız ama o çok daha ayrıcalıklı. Bir sonraki ava gittiğimizde sen de bize katılmalısın. Benden daha iyi silah kullanacağına eminim.”
“Ama daha önce elime hiç silah almadım ki.”
“Her şeyin bir ilki vardır. Ayrıca, akademiye dönebileceğimi düşünmüyorum.”
Lia, Kieran’ın ne demek istediğini anladı ve cevap olarak başını eğdi.
Ne acayip bir yerdi burası.
Malikanedeki kimse onun kim olduğunu sorgulamadı ya da niye genç bir lordun rolünü üstlendiğini sorgulamadı. Sanki her zaman buradaymış gibi davrandılar. Hepsi kibardı ve ondan daha asil görünüyorlardı. Lia için her bir gün garip bir rüya gibiydi.
“Lord Camellius. Usta Theodore burada. Lütfen, bize katılın, Lord Kieran.”
Malikane, yaklaşmakta olan kış için hazırlıklara başlamıştı bile. Şömineler yakacak odunla doluydu ve misafir odasının kanepeleri vizon battaniyelerle süslenmişti. Lia, aniden geçen kışı iki parça kıyafetle nasıl atlattığını hatırladı.
Hüzünlü düşüncelerini bir kenara koydu ve nazik bir şekilde Kieran’ı takip etmeye başladı. Ona talimat verecek kimsesi olmamasına rağmen, Lia ondan ne beklendiğini öğrenmişti.
Usta Theodore’u uzaktan görebiliyorlardı. Onunla selamlaştıktan sonra Kieran çalışma odasına doğru ilerlerken aniden öksürük krizine girdi. Anghar, yüzünde sempatik bir ifadeyle onu desteklemek için yanına koştu.
Acıya rağmen Kieran’ın gözlerindeki ışıltı hiç gitmedi. Sonuçta o Kieran Bale’dı. Ve Lia asla onun yerini alamayacağını biliyordu.
***
“Marki az önce Cruzen Ovasını geçti! Bir saat içinde Corsor’da olacak.”
Lia’nın gelişinin tam otuzuncu günü olmalıydı. Gül rengi gün batımı Malikanenin bembeyaz duvarlarını boyadı ve hizmetçiler hazırlık için etrafta koşuşturmaya başladı.
“Marki mi? Şimdi mi?” diye sordu Lia yarı uyanık bir şekilde gözlerini ovuştururken.
Betty’nin yerinde onu bekleyen Pipi, yüzünde heyecanlı bir ifadeyle Lia’nın elini çekti.
“Gittiğinden beri üç ay oldu! Marki’yi böyle dağınık bir şekilde karşılamanıza izin veremeyiz. Hemen temiz kıyafetlerini giydirmeliyiz!”
Pipi, çoğu kızdan güzel olan Lia’yı sanki oyuncak bebek giydiriyormuş gibi giydirmekten her zaman zevk alıyordu.
Diğer soylu çocuk, böyle muamele görse öfkelenirdi ama Lia her zaman kibardı ve hemen hemen söz dinliyordu. Pipi ona acıdı ve ona daha da çekildi.
Böylesine yakışıklı bir çocuğun büyüdüğünde yüksek sosyetenin gözdesi olacağı belliydi. Hatta Marki’nin mirasını takip edip donanmaya yazılırsa daha da fazlasını yapabilirdi.
Lia, “Şuradaki kıyafetleri mi giyeceğim?” diye sorduğunda sanki dua ediyormuş gibi ellerini birleştirmiş kendi kendine mırıldanıyordu.
“Oh, evet! Siz de sarı yeleğin gözlerinize uyacağını düşünmüyor musunuz, Lordum?”
“Tatlı. Yani şey, evet.”
Lia’yı giydirmek için elinden geleni yaptı çünkü Markiz tertip ve iffete önem verirken, Pipi böylesine yakışıklı birinin gösterişsiz giyinmesini günah sayıyordu.
Malikanenin penceresinin dışında kalan kısmı süsleyen hizmetçileri görünce Lia’nın kalbi çarpmaya başladı. Gerçekten bir babasının olması git gide daha gerçekçi hale geliyordu.
***
Karanlık çökmeye başlarken sekiz atın çektiği bir araba Bale malikanesinin önünde durdu. Evin hizmetçileri Marki’yi karşılamak için yolda sıra oldular.
Lia, son birkaç gündür hastalığı kötüleştiği için odasına kapatılan Kieran’ın yanında gergin bir şekilde duruyordu. Lia, onu gördüğüne mutluydu ama gülümseyemiyordu. Hasta görünümüne rağmen Kieran onun elini tuttu ve gülümsedi. Sanki ona korkmamasını söylüyormuşçasına başını hafifçe salladı.
Arabanın kapısı açıldı ve Marki dışarı adım attı. Parıldayan sarı saçları ve güzel yeşil gözleriyle tıpkı portredeki gibiydi. Leydi Bale ve Kieran’a doğru baktı, sonra gözleri Camellia’ya değdi.
“Sevgilim.”
Marki, kollarını açarak karısını tatlı tatlı çağırdı. Leydi Bale, yüzünde bir gülümseme ile kucakladı kocasını. Güzel bir çift, uyumlu bir aile. Şiirsel şarkıdan çıkma bir sahne gibiydi.
Lia, aniden kızardığını hissetti. Malikanede kendine geldiğinde hissettiği korkunun aynısıydı.
Kieran’ın elini bıraktı ve bir adım geri çekildi ama Betty, onun arkasında durdu ve omuzlarından sıktı.
Marki, karısını yanağından öptü ve Kieran’ın kafasını okşadı. Sonrasında gözleri Lia’ya geldi. Haberi çoktan almış gibi Lia’yı gördüğünde hiç şaşırmadı.
“Camellius.”
Marki, Lia’nın göz yaşlarını tutan bakışlarıyla buluşmak için çömeldi.
“Gel buraya.”
Marki, sessizce ona sarıldı. Kıyafetleri kış kokuyordu.
DEVAM EDECEK…