Hayalistic
  • Ana Sayfa
  • Seriler
  • Shounen
  • Shoujo
  • Novel
  • Blog
  • Biz Kimiz?
Detaylı Arama
Üye Girişi Üye Kaydı
  • Ana Sayfa
  • Seriler
  • Shounen
  • Shoujo
  • Novel
  • Blog
  • Biz Kimiz?
  • Final Yapanlar
  • Modern Seriler
  • Tüm Seriler Liste
Üye Girişi Üye Kaydı
Geri
İleri

Roxana NOVEL - Bölüm 15

  1. Ana Sayfa
  2. Roxana NOVEL
  3. Bölüm 15
Geri
İleri

Novel – Roxana – Bölüm 15

Çevirmen : damian

***

Lante Agrece bir kadın seçerken çeşitli faktörleri göz önünde bulundururdu. Yani çekicilik tek istediği değildi. Örnek olarak annem ve üvey annelerimi ele alacak olursak, neredeyse hiç ortak özellikleri yoktu. Bir güzellik abidesi olan annemden kasvetli üvey annelerime kadar, görünüşleri birbirlerinden oldukça farklıydı. Kişilikleri de ona göre şekillenmiş olacak ki bazıları dişi aslanlar gibi gürültücü ve baskın iken bazıları ev bitkileri gibi sakin ve çekingendiler. Kimileri de ikisine de uyamayıp arada kalmıştı.

Lante’ın kadın tercihini her zaman muhakemesindeki açıklanamayan bir hata olarak değerlendirmiştim fakat gerçek çok daha şoke ediciydi. Seçimlerini yaparken belirli kriterleri göz önünde bulunduruyor gibiydi. Eşlerin her biri kendilerine özel yeteneklerine göre seçildiklerinden Lante’ın bir genetik çeşitlilik yaratmaya çalıştığı kanaatine vardım.

Tüm bu söylediklerime rağmen, annemi seçmesinde “güzelliğinden” başka faktör olmadığına emindim. Bu kulağa biraz sert gelse de annemin Lante’ın onu seçmesine sebep olacak başka hiçbir özelliği yoktu. Tabii ki de sakin ve olgun tavrını takdir ediyordum ancak bu ailede hayatta kalmasını sağlayacak bir avantajı da yoktu. Ayrıca babamızın böyle bir kişiliği çekici bulmadığına Jeremy’nin saçları üzerine bahse girerdim. Gerçi beni 8 yaşımda öldürülmekten alıkoyan şeyin annemden miras aldığım güzellik olduğundan ona biraz borçlu olduğum söylenebilir.

Yani evet, ondan kaçındığım gün göze nankör göründüğümün farkındaydım. Fakat yaşadığım bu aydınlanma beni ona koşmamı isteyecek bir hale sokmayacaktı.

Takırt

Jeremy’ye odasına kadar eşlik ettikten sonra Cassis’i görmeye yollandım. Normalde onun bu muhtaç tarafını memnun etmek için yanında biraz daha kalırdım ama şimdi harcayacak zamanım yoktu. Zaten annem yerine onu seçmem egosunu yeterince tatmin etmiş olmalıydı ki biraz mesafe koymak yararıma olurdu.

Cassis’in kaldığı odaya girdiğimde zavallı haline acıdım. Hala büyülü kelepçeler takıyor, en son gördüğüm halindeki gibi bağlı duruyordu.

“Az da olsa iyileştirmişler demek, ha?” Görünürdeki büyük yaraları halledilmiş olsa da küçük sıyrıklara ve çürüklere dokunulmamıştı.

El ve ayak bileklerine bakmak için yakınlaştım. Kelepçeler bileklerinin etrafını öyle zedelemişti ki yüzümü acıyla buruşturmadan edemedim. Elini nazikçe kaldırdığımda bileğini sütuna bağlayan zincir dolayısıyla odada bir çınlama yankılandı. Ayaklarında da buna benzer zincirler vardı.

Tüm oda ölümün kokusuyla harmanlanmıştı. Belki de bu yüzden Cassis’i odanın ortasında can belirtisi olmadan yatarken görmek ortamı daha perişan gösteriyordu. Tabii doğrudan duvara zincirlendiği zindana kıyasla oldukça gelişme göstermiştik. Fakat yine de…

İşe ağzındaki tıkacı çıkarmaktan başladım. Kelepçeler hakkında yapabileceğim bir şey olmasa da bileklerindeki yaraları bandajlamadan önce merhemle ovuşturdum. Vücudunun diğer taraflarındaki yaraları da kontrol ettikten sonra her birini elimle tedavi etmeye başladım. Arada böyle uygulamalar yaptıklarını biliyordum ama klanımızın, elindeki sözde “oyuncaklara” bu derece sert davranması akla hayale sığmayacak bir şeydi. Agreceler’in aşırıya kaçmadıkları hiçbir konu yoktu.

Yaralarını tedavi ettikten sonra yanında oturup yüzüne bakmak için odada biraz daha kalmaya karar verdim. Böyle bilinçsizken, tıpkı bir güzellik abidesiydi. Agreceler’in karşımdaki nazik ve masum görünen insana nasıl da işkence ettiklerini düşünürken dişlerimi sıktım. Gerçekten de Agreceler kötülüğün vücut bulmuş halleriydiler ve bu dünyada yaşamayı hak etmiyorlardı.

Duvara doğru dayanırken derin bir iç çektim. Şu sıralar çok kendimi çok zorladığımdan yorgun olmam bir sürpriz olmadı. Üstüne üstlük, Cassis’in artık benim sorumluluğumda oluşu da üzerime büyük bir stres ve endişe yüklüyordu.

Kıpırtısız bedenine bir bakış attım. Yerde vücudu yaralarla delik deşik olmuş halde yatarken son derece üzgün ve acınası görünüyordu. Ardından yaklaştım ve kafasını dizime koymak için kaldırdım. Elbisemin ince kumaşının üzerinden, kafasının tüm ağırlığını hissedebiliyordum. Az da olsa dizlerimin sert zeminden daha rahat olduğuna emindim. Lante onu döverken yapabileceğim bir şey olmadığını biliyordum ama yine de kendimi üzgün hissetmiştim. Yani evet, kafasını dizime koymamın sebebi buydu.

Cassis’in bu şekilde saldırıya uğramasını izlerken bir Agrece olarak rafa kaldırdığım vicdanımın beni suç ortaklığıyla suçlamak için yeniden ortaya çıktığını hissettim. Ona baktığımda kalbim gümledi. Cassis, Pedelian klanının saygın ve sevilen bir üyesiydi. Ve herhangi bir üye değil, onların varisiydi. Kimsenin onu görkemli bir geleceğin beklediğinden şüphesi yoktu. Fakat romanda Cassis son derece acınası trajik bir ölüm yaşamıştı. 3 yıl sonra Sylvia abisinin kayboluşunun ardındaki gizemi çözdüğünde bile, ailesinden hiç kimse ölümünün nasıl gerçekleştiğini bilmiyordu.

Romanda, Jeremy tipik kötü adam olsa da güzel kadınlar etrafındayken aptallaşan birisiydi. Aptallığının sonu yoktu. Bu yüzden Sylvia’yı kaçırdıktan sonra bile Cassis’in ölümüyle ilgili bilgileri ona ifşa etti. Ona kardeşinin bir Agrece oyuncağı yapılıp acımasızca oynandıktan sonra kırık dökük bir şekilde öldüğünü bile ayrıntılı olarak anlattı. Agrece malikanesindeki keder ya da zafer olmaksızın bu dünyadan göçüp giden Mavi Varis ile ilgili detayları zorlasam da kesin olarak hatırlayamıyordum. Net bir şekilde bildiğim tek şey, Cassis’e kaldığı süre boyunca korkunç davranıldığıydı.

Geleceğini bildiğim birine bakmak garip bir duyguydu. Fakat sonra benim geleceğimin de pek umut verici olmadığı kafama dank etti. Eğer bu odada bir ayna olsaydı, karşımda hayatlarının baharında bertaraf edilecek iki kişinin yansıdığını görürdüm.

“Ölmek istemiyorum…”

Bu kaderden kaçmanın tek yolu Cassis’i kurtarmaktı. Ancak… ya onu Agreceler’in pençelerinden kurtarmakta başarısız olsaydım? Jeremy hala elimde bir koz olarak duruyordu. Sylvia’yı kaçırmasını önleyebilir ya da daha iyisi ikisinin en başta hiç tanışmamalarını sağlayabilirdim. Tabii, bunların hepsi Cassis’i özgürlüğe kavuşturma planlarımın kötüye gitmesi ihtimaline karşın acil durum planlarıydı.

Tüm bu düşünceler kafamın içinde dönüp dururken elim kendi kendine hareket ediyordu. Bir anda, Jeremy’ye sık sık yaptığım gibi Cassis’in saçını okşadığımı fark ettim. Aslında vahim durumda bile bu an oldukça huzurluydu. Belki de sonunda Cassis tamamen benim korumam altında olduğundan, her şey benim kontrolümde gibi hissettim.

Normalde Agrece kardeşler birbirleriyle oyuncaklarını paylaştıkları zamanlar olurdu. Ancak ne Jeremy ne de Charlotte sahiplenici kişiler olduklarından böyle bir düşünce akıllarından geçmezdi. Gelecekte diğerlerine karşı kendimi korumak için bu tür bir bahaneyi kullanabilirdim. Cassis’i zindanda olduğundan daha güvende tutmanın tek yolu buydu. Tabii onu diğerlerine nasıl gösterdiğime de dikkat etmek zorundaydım. Lante emrim altında sağlam bir Pedelian görse ikimizi de diri diri yakardı.

Bu düşüncelerimin arasında elim hareket etmeyi bıraktı. Kafamı aşağı çevirdiğimde Cassisin gözkapakları kapalı bir şekilde sessizce uzandığını gördüm. Amaçsız okşamalarım saçını mahvetmiş, kaşının üzerine dökmüştü.

“Ne kadar da tuhaf.”

Diye mırıldandım kendi kendime. Parmağım beklenmedik bir şey hissetmişti.

“Saçları nasıl bu kadar yumuşak olabilir? Neredeyse biri onun için yıkamış gibi.”

Şaşırdım çünkü neredeyse Jeremy’ninki kadar ipeksi hissettiriyordu. Saçların, yıkandıktan hemen sonra alacağı türden bir hacmi bile vardı.

Ama bu imkansızdı. Jeremy şımartılmış genç bir efendi olarak hayatın lüksünden zevk alırken Cassis zindanın pisliğinde yuvarlanıyordu. O lanetli yerde ona, uygun bir yiyecek bile verilmiyor, sadece işkence ediliyordu. Yıkanması söz konusu bile olamazdı. Kana bulanmış vücudu ve kan lekeleriyle kaplı saçı da bunun kanıtıydı. Zaten birinin onu yıkaması da mümkün değildi.

Sonra aniden garip bir hisse kapıldım. Öncesinde sürüklendiğini izlerken hissettiğim belirsizliğe benziyordu.

“Kokmuyor bile.”

O an zindanda bile böyle olduğu kafamda çaktı. Kendi kendime mırıldanırken kafasının hafiften yana doğru eğildiğini gördüm. Zar zor fark edilebiliyordu fakat emindim. Başı kucağımdayken ona bakmasaydım anlayamazdım.

Birden aklımdan bir düşünce geçti. Uyanık olabilir miydi?

 

~Devam Edecek~

Geri
İleri
Okuma Geçmişim
You don't have anything in histories
  • Hayalistic
  • BLOG
  • Biz Kimiz?
  • Discord
  • Destek

© 2014-2025 Hayalistic Webtoonları Sizlere Sunar.

Üye Girişi

Şifreni mi unuttun?

←Hayalistic

Üye Kaydı

Kaydolmak İçin Aşağıdaki Alanları Doldur.

Giriş Yap | Şifreni mi unuttun?

←Hayalistic

Şifreni mi unuttun?

Lütfen kullanıcı adını veya e-posta adresini giriniz. E-posta yoluyla yeni bir şifre yaratmak için link alacaksınız.

←Hayalistic