Roxana NOVEL - Bölüm 5
Çevirmen : damian
***
Odama döndüğümde pek iyi hissetmiyordum. Ama kim yeni tutsağımızın Cassis Pedelian olduğunu onaylamamdan sonra iyi olmamı beklerdi ki? Kahretsin! Böyle tehlikeli bir durumdan nasıl kurtulabilirdim? Ve, neden böylesine bir umutsuz kötülükler yuvasına düşmüştüm ki?
Bu oğlanın iyi olmasını neden bu kadar önemsediğimi anlayabilmeniz için sanırım size öncelikle içinde bulunduğum roman dünyasından bahsetmeliyim. Agreceler’in ve benim kaderimizi içeren bu kitabı aniden geçirdiğim araba kazasının hemen öncesinde okumuştum. Sınıf arkadaşlarımdan bir tanesi, kitabın bu sıralar çok popüler olduğunu söyleyince romantik kurgunun büyük bir hayranı olmamama rağmen çok fazla boş zamanım olduğu için bir göz atmaya değer bulmuştum.
Kitabın adı “Cehennem Çiçeği” idi. Ve adından da belli olduğu üzere gotik bir aşk romanıydı. Dürüst olmak gerekirse, sayfaları çevirdikçe onu en yakın duvara atma isteğim giderek arttı.
Ana hikaye onu kaçıran erkek kahramanlarla sıcak bir ilişki yaşayan kadın karakter Sylvia etrafında dönüyordu. Hikayenin en iyi x dereceli ters harem fantezisi olarak tanımlanabileceğini söyleyebilirim. Ayrıca ana hatları da oldukça benzersiz. Bu dünyayı kontrol eden beş aile klanının her biri ayrı renkler ile temsil ediliyor: Mavi, beyaz, kırmızı, altın ve siyah. Sylvia ise Pedelian olarak geçen mavi klana ait bulunuyor.
Hikaye Sylvia’nın küçüklüğü ile başlıyor. Doğru ışık altında mavinin tonlarını belli eden gümüş saçlara ve altın rengi gözlere sahip olan Sylvia, oldukça güzel ve sevimli bir kız. Zengin ve uyumlu bir ailede büyüdüğünden, herkes tarafından sevilip hiçbir şeyi eksik edilmiyor. Ayrıca muhteşem geçindiği bir abiye de sahip.
Gerçek hayattaki abi kardeş ilişkileri oldukça gerilimli olsa da bu tür hikayeler kardeşleri farklı bir bakış açısıyla anlatır. Biraz abartmama izin verirseniz, birbirlerine duydukları sevgi ve endişe o kadar büyükmüş ki, birinin ihtiyacı olduğunda diğer kardeş bir uzvunu mutlulukla feda edermiş. Şimdi bile, ilk okuduğumda kendi kendime sırıtırken “Bunlar sadece kurguda olur.” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Defalarca tükürdüğümü yaladığım için bunu söylediğimi itiraf ediyorum.
Tüm bunları geçersek asıl trajedi, kahramanın ağabeyi 17 yaşındayken aniden ortadan kaybolduğunda başlıyor. Ve evet, o kişi şu anda bodrumumuzda tutulan Cassis Pedelian ile aynı kişi. Ayrıca “mavi varis” olarak da biliniyor. Ailesinin belirlenmiş varisi olduğu için, aile işini yürütmek onun görevi.
Bir gün ailesinin topraklarının sınırında şüpheli hareketler tespit ediyor ve meseleyi kontrol etmek için ayrılıyor. Ardından ise kaybolduğu haberi evine ulaşıyor. Söylemek gereksiz olsa da ailesi onu aramaya çalışıyor. Bunu, uzun süredir Pedelianlar’ın düşmanı olan kara Agrece klanının yaptığından şüpheleniyorlar. Böyle ürkütücü bir isimle Agreceler’in tamamıyla kötü olduklarına inanmak zor değil. Hatta ben bile bu ismin ailemizle mükemmel eşleştiğini kabul etmek zorundayım.
Bir yanda adaletin savunucuları Pedelianlar, bir yanda şeytana taş çıkartacak Agreceler olmak üzere, bu iki ailenin iyi geçinmesi imkansızdı. Durumu daha da kötüleştiren şey ise aile reislerinin yakın zamanda bir çatışmaya girmiş olmalarıydı.
Sylvia’nın ailesi olayı çaktı ve Cassis’in kaybolmasının ezeli düşmanlarının kirli işi olduğuna ikna oldular. Durumun aslı da buydu. Ancak ellerinde kanıt olmadığından Pedelianlar her ne kadar hazırlıklı olurlarsa olsunlar, önseziyle hareket etme riskini alamamalarına rağmen hiçbir şey yapmadan öylece de bekleyemeyeceklerine karar verdiler. Böylece Agrece evine casus gönderdiler. Sonunda ise casuslar, ellerine birer ceset olarak geri döndüler…
Olaylar üç yıl boyunca böyle devam etti. Bu süre zarfında Sylvia ağabeyini bulma umudunu asla kaybetmeyip, 18 yaşına geldiğinde ise onu aramaya karar verdi. Bu hikayenin x dereceli olmasının bir nedeni vardı. Güvenin bana… Öylesine verilmemişti.
Sylvia, ağabeyinin nerede olabileceği hakkında bilgi toplamak için beyaz, altın ve kırmızı diyarlardan geçerken onların absürt reisleri ile karşılaştı. Diğer okuyucuların ne düşündüklerini bilmiyorum ama bana her biri kafadan kontak gibi geldi. Kadın kahramana sırılsıklam aşık olduktan sonra, kur yapma anlayışları onu kaçırıp hapse atmaktı. Okurken onların bir avuç zavallıdan başka bir şey olmadıklarını düşündüğümü hatırlıyorum…
Agrece konağında bile Sylvia’yı kaçıran başka bir aşık soytarı vardı. Bu, onun konağa girmesine ve planını yürütmesine olanak sağlamıştı. Fakat içeri girdiğinde ağabeyi Cassis’in gaddarca öldürüldüğünü keşfetti.
Bundan sonra Agreceler’i yerle bir etmek için diğer klan reislerinden yardım istemeye karar verdi. Tüm bunlar bittikten sonra Sylvia ve talipleri, sonsuza kadar mutlu mesut yaşamak için bir ters harem oluşturdu… Ama hikaye böyle bitemezdi! Yoksa “gotik romantizm” etiketini hakkını veremezdi. Sonunda erkek kahramanlar, Sylvia’yı bir kuş gibi kafese hapsedip onunla bir oyuncakmışçasına oynadılar. Romanın adının “Cehennem Çiçeği” olmasının sebebi ise buradan geliyordu.
Ne saçmalık… Sadece Sylvia değil, aynı zamanda tüm Agrece klanı tamamen yok ediliyor; çünkü Pedelianlar o kadar öfkeli ki ailemizin her bir üyesinin peşine düşüyorlar. Sylvia’ya aşık olan diğer klan reisleri de Agrece’i ezmek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Ve bir yan not olarak, reenkarne olduğum Roxana karakteri, temelde sadece Agreceler’e hizmet eden yardımcı bir karakter. “Olayın ne?” diye sorulabilir. Açıklamak gerekirse rolüm sıkıcı ve öngörülebilir.
Roxana, babasının emriyle Sylvia’nın sevgililerini uzaklaştırmaya çalışıyor ancak başarısız oluyor. Sonra toplu katliamın olduğu gün herkes gibi öldürülüyor.
“Çifte lanet! Reenkarne düğmesine bir kez daha basabilmemin gerçekten bir yolu yok mu?”
Defalarca uğraşsam da hep kısa çöpü çektiğim için zavallı elime ağıtlar yaktım. Sadece bir Agrece olarak yeniden doğduğum için ölmek zorunda olmam inanılmaz derecede adaletsiz geliyordu! Bu, ilişkilendirme yoluyla bir suçluluk davasından başka bir şey değildi!
Beni yanlış anlamayın. Dürüst olmak gerekirse Agrece gibi kötü bir klanın kökünün kazınması daha iyi olacaktır. Şimdiye kadarki gözlemlediklerime göre, Agrece klanındaki herkesin en az bir tahtası eksik. Şu anda çökmemiş olmalarına rağmen, bu lağım çukuru onları kesinlikle çökertecektir. Ya uyum sağlamalısınız… ya da ölmeli. Bir gün seni de zavallı kardeşim Achillie’ye yaptıkları gibi, “kusurlu mal” olduğum için çöpe atacaklar.
Şimdi bile öldüğü günü dün gibi hatırlıyorum. Sık sık bu cehennem çukurundan kaçmayı düşünürdüm, ama benim gibi yükselen bir yıldız bile Agrece klanını oluşturan diğer uyanık ve korkunç karakterlerin yanından tamamen kaçabileceğinden emin olamaz.
Tak, tak.
Kapımda biri vardı.
“Leydi Roxana, benim, Emily.”
“Girin.”
Kapımdan taş suratlı bir kadın girdi. Hizmetçim olarak her gün bu saatte odama gelirdi. Elinde, üstünde bir bardak su ve iki kez katlanmış beyaz bir kağıt bulunan bir tepsi tutuyordu.
“Devam et ve rapor ver.”
“Netarium tolerans seviyeniz şu anda 5.0 olduğu için dozajınız 0,2 peron artırıldı. Bu, öldürücü doz olan 4.7 peron’u aştığınız anlamına gelir ve mide ağrısı, geçici felç, kan öksürme gibi yan etkileri beklemeniz gerekebilir.”
Bunları duyduğuma pek sevinmesem de ilaç torbasındaki beyaz tozu bir bardak suya döktüm.
Başkaları böyle bir şey görünce şok olmuş olabilir ama biz Agreceler için bu önemli değildi. Çocukluğumuzdan itibaren tüm aile üyeleri, toksik maddelere karşı toleransımızı geliştirmek için az miktarda çeşitli zehirler alırdık. Miktarlar her kişinin kendi kapasitesine göre kalibre edildiğinden asla gerçek bir ölüm tehdidi yoktu. Bu yüzden “öldürücü” bir doz beni gerçekten öldürmezdi. Hoşgörü eğitimimi bir süre önce tamamladığım için, kişisel nedenlerle artan miktarlarda zehir almaya devam ettim.
“Jeremy ne yapıyor?” diye sordum, gelişigüzel bir şekilde.
Emily, “Odasında leydim.” diye yanıtladı, artık boş olan fincan ve tepsiyle odamdan ayrılmaya hazırlanırken.
Jeremy, Charlotte ile beraber yeni “oyuncak” ile oynamakta ısrar eden üvey kardeşim. Son birkaç gündür nerede olduğunu takip ediyordum ve yakında beni aramaya geleceğini biliyordum.
“Xana!”
İti an çomağı hazırla… Tam Emily kapıyı açarken salondan yüksek bir bağırış geldi. Jeremy, onu kenara iterek davetsiz bir şekilde odama girdi. Siyah saçları ve mavi gözleriyle gerçekten güzel bir çocuk olduğuna şüphe yoktu. Ve sonunda ailemizin ölümüne yol açan, kahramanı kaçıran, hikayenin kötü yardımcı karakteri olan bu çocuk, Jeremy Agrece’di.
-Devam edecek-