Roxana NOVEL - Bölüm 7
Çevirmen : damian
Dudaklarına bir şey temas etti. Şifalı ot kokuyordu. Hafiften yumuşak ve yuvarlaktı. Cassis, kızın ona çeşitli besin maddelerinin konsantrasyonundan yapılan tıbbi bir tablet yedirdiğinden kesinlikle emindi. Yendiğinde kişiyi üç gün boyunca tok tutabilenlerdendi. Klanının sınırlarını kontrol etmek için ayrılmadan önce de benzer bir tane almıştı.
Bunun ardından kız yerdeki kaseyi fark etti. Onu henüz öldürmeye niyetleri olmadığından muhtemelen gardiyanlar günde bir kere hücresine yemek bırakıyorlardı. Ama yiyecek diye sundukları kokuşmuş, şekilsiz lapa öğürmek istemesine neden oldu. Tabii ki oğlan için durum farklıydı çünkü bir Agrece’in ona sunduğu hiçbir şeye dokunmak istemezdi. Bu şey cennetten gelen kutsal bir yiyecek olsa bile.
“Bana verdiğin şeyi neden yemeliyim?”
Kıza karşı bile içinde hâlâ bir miktar ihtiyat¹ kalmıştı. Kimseye gözü kapalı güvenemezdi, o olsa dahi. Davranışlarının şaşırtıcı derecede nazik olduğu ve onu hayatta tutmayı gerçekten istiyor gibi göründüğü doğruydu…
Ama ona, verdiği şey her ne olursa olsun güvenip yutacak kadar yakın hissetmiyordu. Ayrıca, henüz kızın adını bile bilmiyordu!
Biraz sessizlikten sonra kız konuştu, “Haah, bana başka seçenek bırakmıyorsun.”
“B-b-bekle bir sani–”
Pat!
Geç kalmıştı.
“Ighh!”
Cassis, tıpkı kızla ilk tanıştığı zaman yaşadığı gibi karnında dayanılmaz bir acıyla karşılaştı. Fakat bu sefer darbeyle birlikte çökmedi. Bunun nedeninin vücudundaki toksik maddelerin yavaşça atılması ve giderek güçlenmesi olduğunu umdu.
Kız ne yapacağını şaşırmış gibiydi.
“Hımm… Belki de yeterince sert vurmadım.”
“Bu bir çeşit eşek şakası mı?!”
“Üzgünüm fakat bir kez daha vurmalıyım.”
Çoktan yakıcı bir acının karnını delip geçtiğini hissetmişti.
Seni adi…
Bu sefer bilincini kaybetmişti.
***
“Ne dolaplar çeviriyorsun?”
Cassis, bir sonraki karşılaşmalarında kıza soğuk davranmaktan kendini alamadı. Onu bu kadar rahat bir şekilde yere serdiği için kıza kızgındı ve bunun oldukça absürt olduğunu düşünüyordu. Bir kereyle de sınırlı kalmamıştı, iki kere yapmıştı! Hatta tüm vuruşları saydığımızı düşünürsek üç bile denilebilirdi.
“Bana başka seçenek bırakmadın. Getirdiklerimi yemeyi reddettin.”
Sesi, sanki yaramaz bir çocuğa ders veren bir öğretmenmişçesine sakin ve ılımlı çıkıyordu. Fakat Cassis, kızın asıl sözlerinin altında yatan hislerinin üzüntü dolu olduğunu fark etti.
“Yani, sen de beni bayıltmaya karar verdin.”
“Söylediğim gibi yapabilirdin.”
Cassis’in tehditkâr bakışları kızı bir tutam bile korkutmuşa benzemiyordu.
“Pekâlâ, aslında tedbirli olman yararına olacaktır. Eğer başka biri sana yemek sunarsa kesinlikle reddetmelisin çünkü burada sana karşı iyi hisler besleyen güvenebileceğin kimse yok.”
Sen de kimin nesisin? Azrail’im mi iyilik perim mi?
Bu kızı anlayabilmek Cassis’e olanaksız görünüyordu. Sesi hala ince bir tınıya sahipti ve silueti henüz küçüktü, bu yüzden kendi yaşlarında olduğu kanısına vardı. Ne var ki hem konuşması hem de davranışları bu kadar genç birinden beklenmeyecek türdendi. Kendisini iki kere yere sermiş ve yararlı olacağını düşündüğü bir maddeyi zorla yutturmuştu.
Fark ettirmemeye çalışsa da öncekinden çok daha iyi hissediyordu. Ayrıca kız tam o anda bile ona bakmak için olağanüstü bir özen gösteriyordu. Onu yumrukladığı zamanın aksine, yarasına bakarken ki dokunuşları tıpkı bir doktorunmuşçasına yumuşaktı. Neticede, bir muamma olmaya devam ediyordu.
Cassis ağzını kapattı ve sertçe ona doğru baktı. Gerçi bunu yaparak hiçbir şeyi netleştiremeyeceğini bilse de karşısındakinin aurasını hatta niyetini sezebileceğini düşündü ve sessizce ona bakmaya devam etti. Kız, Cassis’in kendisine güvenip güvenemeyeceğine karar vermesini bekliyor gibi görünüyordu. Ardından oğlan yavaşça ağzını araladı.
“Sadece bana bu sefer ne yedirdiğini söyle. Hala biraz ilaç tadı alıyorum.”
“Ağrı kesici ve antiviral ilaç içeren bir kapsüldü. Başkalarının fark edebilme ihtimaline karşın dış yaralarını tedavi edemiyorum. Fakat bu uzun sürmeyecek. Seni olabildiğince rahat ettirmek istiyorum.”
“Peki bunu nasıl becereceğini sorabilir miyim?”
Kız öncesinde sorusuna cevap verirken tereddüt etmemiş olsa da bu sefer bir anlığına duraksadı. Cassis, onun kim olduğunu öğrenmek için can atıyordu fakat kendisine söylemeyeceğini tahmin etti ve farklı bir yaklaşım benimsedi.
“Yani sen… benim bu zindandan canlı çıkabileceğimi mi söylüyorsun? Bu mudur yani?”
Sorduysa da durumunun çaresizliğinden haberdardı.
“Lante Agrece’in beni buraya tüm yolu sadece salmak için getirmediğini biliyorsun.”
Eğer aptalı oynamıyorduysanız Agreceler’in başının, mavi varisi kaçırmasının arkasındaki niyeti görememek imkansızdı. Ayrıca bu, rakip Pedelianlar’ı galeyana getirmek için yapılmış politik bir hamle ya da bu iki aile arasında akıtılan tüm o kirli kanların intikamı için yapılmış kör bir eylemdi. Belki de her ikisiydi.
Sebebi fark etmeksizin Lante Agrece, kendisini kesinlikle tek parça halinde salmayacaktı. Büyük olasılıkla da dönüşü gerçek bir savaşı ateşleyeceği için. Her şeyin ötesindeyse, ne Pedelianlar Agreceler’in yaptığı bu sebepsiz atağı affedecek ne de Cassis hapsedilmişken çektiği işkenceleri unutabilecekti.
“Bunu sana kim söyledi?”
Kızın memnuniyetsizliği sesine yansımıştı. Cassis’in iddiasını çürütmek ister gibiydi.
“Lante Agrece.”
“…”
Alaycılığı, kızı saflığından uyandırmak içindi. Ama o bunun yerine sessiz kaldığından ne düşündüğünü tahmin edemedi. Ardından ise Cassis kendini kızın ne düşünüyor olabileceğini hayal ederken buldu. Hemen sonrasında kısık, ince ve tereddütlü bir ses duyuldu, “Burada ölmeyeceksin. Çünkü ben–”
Fakat ses ansızın kesildi. Zindan sanki içinde sadece ikisinin nefes seslerinin duyulduğu bir sessizlik örtüsüyle kaplanmıştı. Tam o sırada uzaktan bir ses duyuldu, sanki dışarıda bir sorun varmış gibi yankılanıyordu. Cassis, birisi başını aniden yana çevirmiş gibi hızlı bir hareket hissettiğinde, kızın da aynı sesi duyduğunu anladı. Düşüncelerini toparlamaya kalmadan kız konuştu.
“İşte, ye bunu.”
Dudaklarındaki hissiyat bunun daha fazla ilaç olduğunu gösteriyordu. Cassis, o anda kendisine normalden daha yakın olan yüze konsantre olabilmek için çabaladı. Görüşü düne göre daha iyi olduğundan kızın ana hatlarını seçebiliyordu. Belki de hayal gücünün bir ürünü olmasına rağmen o anda gözlerinin kilitlendiğini hissetti.
Ağzını yavaşça araladı. İlk defa, herhangi bir direnme göstermeden kendisine sunulan ilacı kabul etti. İlaç ağzında hızlıca çözündüğünden suya ihtiyacı olmadı. Yuttuktan sonra dahi kız hücrenin içinde kaldı. Cassis, ona ilacı verdikten hemen sonra kızın gideceğini düşündüyse de bu olmamıştı.
Dışarıdaki ses yüzünden olabilir mi?
Tüm hislerini toparlayıp sordu, “Adın.”
“Ah, ne?”
“Adın… nedir?”
Kimliğini çıkaramamış olsa da bir ihtimal ismini öğrenebilirdi. Ama cevap gelmedi. Tam pes etmek üzereyken kıkırdadı, “Demek öyle, ha?”
Fakat kız fısıldadı. “Roxana.”
“Roxana.”
Cassis kızın adını beynine kazıyıncaya kadar sessizce tekrarladı.
Roxana…
Ona göre, kızın adı sonsuz karanlığın perdesini aralayan şafaktı.
(¹) temkinli olma, temkinlilik.
Damian: bu bölümü çevirirken için kıpır kıpır olduğundan sona not düşmek istedim. Cassis’in Roxana’nın adını tanımlama şekline de ayrı düştüm… ♡ umarım siz de sevmişsinizdir bol bol tepki ve yorum bırakmayı unutmayın 🙂
-Devam Edecek-