Death Is The Only Ending For The Villain - Bölüm 28
~Death Is The Only Ending For A Villainess ~
- Bölüm
Her ne kadar sevgi puanı bu kadar kısa sürede %3 artmış olsa da bundan memnun değildim.
“Burada ne yapıyorsunuz?” Eckles usulca sordu.
“Kılıcını indirir misin lütfen?” Hâlâ boynumda tuttuğu tahta kılıca bakarak sordum. “Bu çok rahatsız edici.”
“Ah…” diye haykırdı.
Tek bir hareketle, o kadar hızlıydı ki yakalayamadım, kılıç yok oldu. Başının üzerine kaldırdığında kılıç havayı yarmıştı. Yüzüme uzun bir gölge düştü ve irkilerek istemsizce gözlerimi kapattım.
Bunun pek olası olmadığını biliyordum ama kılıçla bana vurmasından korkuyordum. Aniden, bir şeyin parçalanma sesi gözlerimi açmama neden oldu ve kılıcın iki parça halinde yerde yattığını gördüm.
Ne oluyor…
Gözlerim yavaşça kılıçtan, çamurun içinde dizlerinin üzerine çökmüş olan Eckles’a kaydı.
“Hanımım.”
“Özür dilerim.”
Önümde diz çöktü, affedilmek için yalvardı.
“Ben… Ben pervasızlık ettim…”
Yüzünün buruşması bana gözyaşlarına boğulmak üzere olan bir çocuğu hatırlattı.
“Cezalandırın beni.”
Yağmur daha şiddetli yağmaya başlamıştı. Damlacıklar Eckles’ın yüzünden, düzgün burnundan ve keskin çenesinden aşağıya durmadan damlıyordu. Çok acınası görünüyordu. Ama bakışlarının nereye düştüğünü hemen fark ettim. Gözleri sol işaret parmağımı süsleyen kırmızı yakuta odaklanmıştı. Zar zor duyulacak şekilde iç çektim. Bakışlarım Eckles ile kırık tahta kılıcın atılmış parçaları arasında gidip geldi.
Benden onu cezalandırmamı istiyor ama ona karşı parmağımı bile kaldırsam saldırmaya hazır görünüyor.
Eckles kılıcın parçalarını biraz zorlayarak kenara fırlatmıştı, çünkü yarı yarıya çamura gömülmüşlerdi, keskin, sivri uçları yukarı bakıyordu. Ayağım takılıp düşecek kadar talihsiz olsaydım onlara saplanacağımdan şüpheleniyordum.
Ahh…
Bunu düşünmek bile içimi titretti. Kapatmış olduğum diyalog seçenekleriyle ilgili aklıma bir fikir geldi.
Gerçek oyunda, bu sahne sırasında ölmüş olurdum.
Sonunda hikâyede ilerleme kaydedinceye kadar oyunu tekrar tekrar sıfırlamıştım. Elbette, Eckles’ın hikayesini zor modda oynamadığım için yüzde yüz emin olamazdım. Ancak, bu oyun dünyasında içgüdüsel olarak bir yol ayrımına geldiğimi bilecek kadar zaman geçirmiştim.
Penelope’nin şu anda hayatta kalmak için ne söylemesi gerekiyor?
Hâlâ ayaklarımın dibinde diz çökmüş olan Eckles’a soğuk gözlerle baktım. Bakışları sağanak yağmur altında acınası bir şekilde yere sabitlenmişti. Kafasının içinde neler olup bittiğini merak ettim. Ülkesi bir gecede yok olmuş, yetenekli bir kılıç ustası çamurun içinde köleden başka bir şey olmamıştı. Muhtemelen onu fahiş bir fiyata satın alan kibirli soyludan nefret ediyor ve hayatta kalmak istiyorsa başını itaatkâr bir şekilde eğmek zorunda bırakan mevcut durumunu küçümsüyordu.
Nasıl hissettiğini tahmin etmek zor değildi. Arkasında birinin olduğunu fark ettiğinde hemen saldırmıştı ve gözlerindeki zehirli düşmanlığı kendi gözlerimle görmüştüm. Bu bana içinde kaynayan öfke hakkında bilmem gereken her şeyi anlatıyordu. Uygulanabilir tek bir çözüm olduğunu biliyordum. Dünyanın gerçek işleyişi hakkında hiçbir şey bilmeyen normal modun kahramanı gibi masumca gülümsemeliydim.
Ona her şeyin yolunda olduğunu söylemem gerekiyor. Ama bu boş sözleri söylemeye kendimi ikna edemiyorum. Her şeyin yolunda olduğunu nasıl söyleyebilirim?
O tahta kılıçla beni öldürebilirdi.
“Eckles…” Titreyen ellerimi yumruk yaparak söyledim. Ona sahte basmakalıp sözler söyleyemeyeceğime karar verdim ve strateji değiştirdim. “Biri senin gözünü mü korkutuyor?”
Eckles’ı kurtarmış olsam da hayatta kalmanın yollarını düşünmeye devam etmek zorundaydım. Bu hikâyenin kötü adamı Penelope’yi oynadığım sürece bu durum değişmeyecekti.
“Bildiğim kadarıyla malikâneye hizmet eden şövalyelere çok iyi davranılıyor. Neden bu havada eğitim yapıyorsun?” diye sordum.
“…”
“Hem de tek başına,” dedim kendimi gülümsemeye zorlayarak. Bir yandan da beni aniden sivri tahta kılıç parçalarına doğru itme ihtimaline karşı gözümü ondan ayırmıyordum.
“Hımm?” diyerek baskı yaptım. Eckles’ın yüzünde hiçbir duygu yoktu ve boş boş bakıyordu.
“Sırılsıklam olmuşsun,” dedim tekrar deneyerek.
Faydasız olduğunu biliyordum ama eğildim, şemsiyeyi onu yağmurdan koruyacak şekilde yana yatırdım. Uzun kirpikleri nemli yağmur damlalarıyla ağırlaşmıştı. Uzandım ve gözlerindeki nemin bir kısmını usulca sildim.
“Söyle bana, seni bu yağmurda burada idman yapmaya kim zorladı?”
Elimi yüzüne sürdüğümde Eckles sanki onu parmaklarımla dağlıyormuşum gibi irkildi.
Sonra sesi neredeyse bir iç çekişe dönüşerek, “Hiç kimse…” dedi.
“Kimse beni buna zorlamadı.”
“O zaman neden buradasın?” diyerek yumuşak bir sesle sordum.
“Sadece… Ben…” dedi, duraksayarak. Gözleri elimden yüzüme doğru kaydı. “Elimden geldiğince çabucak gerçek bir şövalye olmak istiyorum, böylece sizin yanınızda hizmet edebilirim…”
“…”
“Bu yüzden yalnız çalışıyordum, hanımım.”
“Seninle gurur duyuyorum,” dedim nazikçe gülümseyerek.
Gri bakışları ıslak parlaklığını kaybederek bana odaklandı.
“Madem bu kadar sıkı çalışıyorsun, seni ödüllendirmem gerekecek.”
Eckles’ın başının üzerindeki harfler tekrar yanıp sönmeye başladı. Duygusal karmaşamı bastırmak için elimden geleni yaptım, böylece yüzümden hiçbir renk vermedim.
“Hizmetçilere yağmur yağdığında bile idman yapabilmen için bir çadır kurmalarını söyleyeyim mi yoksa istediğin başka bir şey var mı?”
Eckles sessizce başını salladı. Gözlerim kırık tahta kılıca takıldı.
“Ah, doğru ya. Kılıcın kırılmış. Sana yeni bir tane almam gerekecek,” diye teklif ettim.
“…”
“Bir silah tüccarı çağıracağım. Yoksa bir demirci daha mı iyi olur? Bu şekilde sana tamamen yeni bir silah dövülebilir-”
“Hanımım,” dedi sözümü keserek. “Beni daha sık görmeye gelirseniz sevinirim.”
Verdiği cevap beni şaşırttı. Devam ederken ona geniş gözlerle baktım.
“Beni buraya getirdiğinden beri bir kez bile beni görmeye gelmediniz…”
“…”
“Beni unuttuğunuzu sanmıştım.”
Sevgime muhtaçmış gibi bana bakarken gözlerinde kör bağlılığa benzer bir şey vardı.
“Ha…” Alaycı bir kahkaha -kendime yönelik de olabilirdi, emin olamadım- dudaklarımdan kaçtı. Artık emindim. Bunu tuhaf bulmuştum. Bu kadar çok kişiyi böyle kolayca ortadan kaldıran bir ölüm makinesi ayaklarımın dibinde bu kadar kolay diz çökmüştü. Ben nasıl onun sevgi puanını yükseltmek için sevgi dolu bir efendi rolü oynadıysam, Eckles da hayatta kalmasını sağlamak için sadık bir köpek gibi davranıyordu.
Belki de köpek değil. O daha çok bir aslan yavrusu gibi.
Bir aptal gibi, Eckles’ı takip etmenin herhangi bir şekilde tehlikeli olacağını hiç düşünmemiştim ama artık o kadar da emin değildim. Zor modda mümkün olan tüm yolları takip etmemiştim ve belki de bu kararım şimdi beni ısırmak için geri dönmüştü. Her durumda, pes etmek bir seçenek değildi.
“Pekâlâ… Eğer istediğin buysa,” diye cevap verdim.
[Sevgi Puanı %25]
Eckles kolayca kabul etmem karşısında belli belirsiz gülümsedi.
“Üşüteceksin, Eckles.”
Yorucu eğitimini bıraktığından beri dudakları yavaş yavaş maviye dönmeye başlamıştı. Sesimi olabildiğince yumuşak tuttum ama şemsiyemi yanıma alarak doğrulurken hiç tereddüt göstermedim. Yağmur bir kez daha Eckles’ın çıplak üst bedenine yağmaya başladı.
“Bugünlük idmanı bırak. Bu bir emirdir.” Aniden döndüm ve arkamdan usulca seslendiğinde birkaç adım uzaklaşmıştım bile.
“Hanımım.”
Arkama baktım ve onun hâlâ çamurun içinde diz çökmüş olduğunu gördüm. Gözleri bana sabitlenmişti ve sanki hiç aklına gelmemiş gibi yağmurdan kaçmaya çalışmıyordu.
“Neden beni… cezalandırmıyorsunuz?”
“…”
“Neredeyse size zarar veriyordum.”
Hayır, beni sadece neredeyse incitmekle kalmamıştı.
Beni öldürebilirdin.
Dudaklarım büzüldü ama onları gülümsemeye zorladım.
“Sadece aptallar sadık bir şövalyeyi böyle önemsiz bir mesele yüzünden cezalandırır, Eckles.”
“…”
“Bunu bilerek yapmadın, değil mi?” Cevap veremeden döndüm ve uzaklaştım. İdman alanından ayrılırken gözlerinin beni izlediğini hissedebiliyordum. Ne biricik şövalyeme ayağa kalkmasını emretmiştim ne de onu affetmiştim. Neyse ki beni tekrar çağırmaya kalkışmadı.
Elbisemin sırılsıklam olmasını umursamadan patikadan aşağı doğru kaçtım. Daha önceki gezintimin tam tersine, araziden hızla geçtim. Eteklerimi kuru tutmak için dikkatli yürüyordum.
Eckles’in yolu güvenliğimi garanti etmiyor.
Bu keşif beni dehşete düşürdü. Hepsi düşünüldüğünde yeni bir şey değildi. Beş ana aşk ilgisinin hepsi sıfır ya da negatif sevgi puanıyla başlamıştı. Zor modun ilk bölümünde sayamayacağım kadar çok kez ölmüştüm. Bundan kolay bir çıkış yolu bekleyerek ne düşünüyordum?
Ona bu kadar korkusuzca yaklaşmakla ne kadar aptallık etmişim!
Tahta kılıcın boynuma kondurduğu öpücüğü düşünmek bile başımı döndürmeye yetti.
“Ah…”
Durdum. Hâlâ kısmen yağmura maruz kaldığımın farkında olmadan, kendimi yanında bulduğum ahşap direğe yaslandım. Dizlerim her an çökecekmiş gibi hissediyordum. Baş dönmesi geçene kadar gözümü sise diktim.
O anda aniden şunu anladım, “Mümkün olan en kısa sürede Winter’la buluşmam gerekiyor.”
ÇEVİRMEN: CRESCENT