Death Is The Only Ending For The Villain - Bölüm 31
~Death Is The Only Ending For A Villainess ~
31. Bölüm
Döndüm ve bulduğum şey karşısında nefesim kesildi. Duvarda garip işaretler vardı.
“Bu çizgiler de ne?” Yerden neredeyse tavana kadar büyük, mükemmel bir dikdörtgen çizilmişti. Daha yakından incelemek için oraya doğru ilerledim. Yüksek bir gümbürtü sesi daha geldi ve artık duvarın arkasından geldiğine emindim. Hemen oraya koştum ve parmaklarımı dikdörtgeni oluşturan çizgilerin üzerinde gezdirdim.
“Bekle…” bunlar çizgi değil, çatlaktı. Bunun bir kapının ana hatları olduğunu fark ettim, muhtemelen gizli bir giriş. “Demek sen gerçekten de bir büyücüsün, ha?”
Gizli bir geçit bulduğum fikri -genellikle sadece kitaplarda ve filmlerde bulabileceğiniz türden- kalbimin heyecanla çarpmasına neden oldu. Oyunda Winter, kadın kahraman üzgün ya da kederli olduğunda ortaya çıkıyor ve süslü küçük sihir numaraları yapıyordu. Oyun geliştiricilerin Winter’ın karakteri için tasarladıkları şey oldukça açıktı.
Ne zaman kendini kötü hissetsen, bir anda ortaya çıkıyor ve adeta sevimli bir anahtarlık gibi davranıyor.
Muhtemelen eğlenceli ama en nihayetinde sadece gösterişli birini hedeflemişlerdir. Oyun normal modda çok kolaydı ve Winter’ın sonunu takip etmek de özellikle öyleydi. Diğer aşk hedeflerinin aksine, Dükün kızıyla tanıştığı andan itibaren ondan gerçekten hoşlanmıştı. Bu yüzden onu seçenek olarak elemedim çünkü nazik bir doğası var gibi görünüyordu.
Şimdi ise yedek planımdan başka bir şey değil.
Kendi kendime acı acı güldüm, sonra duvardaki çatlakları bir kez daha tararken kaşlarımı çattım. “Bunu nasıl açabilirim?” Parmaklarımı sığdırabileceğim ne bir kapı kolu ne de sürgülü kapılarda olduğu gibi bir girinti vardı. Sadece bir kapının dış hatlarını oluşturan ince çizgiler vardı.
“Bu sadece dekorasyon için olamaz, değil mi?” ne yapacağımı merak ederek çenemi ovuşturdum. Sonra tekrar duvarı yokladım. Belki gizli bir düğme vardı. Beyaz diyalog penceresi belirdiğinde duvarı el yordamıyla yokluyordum.
<SİSTEM>
Gizli görevin kilidi açıldı! [Büyücünün Sırrını Ortaya Çıkar!]
<SİSTEM>
Büyücünün gizli odasını keşfettiniz. Girmek ister misiniz? (Ödül: Belirtilmedi.)
[Kabul Et / Reddet]
“Bu da ne?” Gizli bir görev bulmayı beklemiyordum, bildirimi görünce gözlerim fal taşı gibi açıldı. Bu görev, normal modda yoktu. Ödüle baktım ve kaşlarımı çattım.
“Lanet olsun!” Gizli görevler adı üstünde, ödülün ne olacağını asla önceden söylemezdi. Bu, diyalog açma ve kapama özelliğine benziyordu- her ikisi de bilinmeyen ödüllerle birlikte geliyordu.
“Kabul etmeli miyim?” Göz hizamda duran tuşlara bakarak merak ettim. Winter’ın sevgi puanını gerçekten önemsiyordum ve sırlarını açığa çıkarmakla ilgilenmiyordum. Ne de olsa herkesin mahremiyet hakkı vardı. Burnumu ait olmadığı bir yere sokmanın ne faydası vardı ki?
Ödül sevgi puanında bir artış falan değil ya. İşin ucunda kazandığımdan daha fazlasını kaybedebilirim. Kahretsin!
“Reddet” düğmesine uzanıyordum ki bir başka yüksek sesli çarpma sesi beni duraklattı. Düşük titreşimlerin eşlik ettiği ses tekrar geldi ve bu sefer duvarın sarsıldığını görebiliyordum. “Ama yine de… Eğer bu şüpheli giriş gizli bir odaya açılıyorsa, Winter içeride olabilir.”
Geldiğimden beri biraz zaman geçmişti ama o henüz ortaya çıkmamıştı. Belki de bu, yine de tamamlamak zorunda kalacağım zorunlu zor mod görevlerinden biriydi. Havada asılı duran bildirimi tekrar dikkatlice okudum. Görevi başaramamanın herhangi bir cezası yoktu, sadece gizemli bir ödül vaat ediliyordu. Bunun, başarısız olsam bile her şeyin yolunda olacağı anlamına geldiğini varsayabilirdim. Muhtemelen.
“Pekâlâ. O kadar yol geldim, en azından gitmeden önce onu görmeliyim.” Kararımı verip görevi kabul ettim.
Vakit kaybetmeden, duvarda işaretli dikdörtgen bölüm kenara kaydı ve gizli bir geçit ortaya çıktı. Tereddüt etmeden içeri girdim. Duvarın ötesinde uzaklara uzanan karanlık, geniş bir koridor vardı. Bu binaya dışarıdan bakıldığında, içeride bu kadar uzun bir tünel olması fiziksel açıdan mümkün olmamalıydı.
Sanki bir filmde maceraya atılıyormuşum gibi bir heyecan dalgası hissettim. Daha öncekiyle aynı hafif sarsıntıların eşlik ettiği yüksek bir gümbürtü sesi daha duydum. Kaşlarımı çatarak kulaklarımı kapattım.
Bu adam neyin peşinde?
Sesler koridorun sonundan geliyordu ve odanın ötesinden parlak bir ışık yayılıyordu. Kulaklarımı kapatarak uzun koridorda ilerlemeye başladım. Kapıya ulaştığımda yavaşlayarak durdum.
İçeride büyük, geniş bir oda vardı, muhtemelen Dükün malikânesinin arkasında uzanan arazi kadar büyüktü. Her duvarda, her biri çeşitli kitaplarla dolu sayısız kitaplık sıralanmıştı. Dükün çalışma odası etkileyici bir edebiyat koleksiyonuna ev sahipliği yapıyordu ama burası halk kütüphanesiyle eşdeğerdi.
“Vay be…” Oyunu oynarken karşılaşmadığım bu büyülü alana hayranlıkla baktım. Kitaplarla kaplı duvarların yanı sıra, devasa odanın içinde daha pek çok ilginç şey vardı. Etrafa serpiştirilmiş büyük cam vitrinlerde mücevherler, aksesuarlar ya da tanımlayamadığım gizemli taşlar sergileniyordu. Ayrıca daha önce hiç görmediğim yaratıkların doldurulmuş postlarını ve -belki de bir zamanlar dinozorlara ait olan- yeniden yapılmış büyük iskeletleri görebiliyordum.
“Burası… müze gibi bir yer,” diye mırıldandım hülyalı bir şekilde. “Çok güzel.”
O gizli kapının ardında bu kadar çok gizemli şeyle dolu geniş bir alan bulmayı hiç beklemiyordum! Keşfetmek için içeride daha derinlere inmeye karar vererek ellerimi kulaklarımdan indirdim. Adımlarımda bir sıçrama ile etrafa bakmaya başladım ama hemen yarıda kesildi. Bir an için unuttuğum yüksek çarpma ve gümbürtü sesleri beni kaba bir şekilde gerçekliğe geri çekti.
“Seni aptal! Şu noktaya nişan al!” Küçük bir ses haykırdı.
“Böyle mi?” Başka bir küçük ses sordu.
“İşte böyle!” Küçük bir patlama sesi ve ardından bir çıtırtı duyuldu.
“Aman Tanrım! Parçalara dikkat edin!”
Bir grup çocuk odanın bir köşesinden kaçıyordu, keskin buz parçaları büyük sivri uçlar halinde peşlerinden dökülüyordu. Çocukların hepsi hayvan maskeleri takmıştı. Aslan, kedi, sincap, köpek yavrusu ve domuz vardı.
“Lanet olsun! Dikkatli olun! Eğer kutuya zarar verirsek bizi öldürür!” diye bağırdı aslan maskeli çocuk. Takla atarak ve ayağa sıçrayarak bir buz mızrağı tarafından şişlenmekten kıl payı kurtuldu.
“Pekâlâ. Kenarlardaki buzları kırmayı deneyeceğim o zaman…” diye mırıldandı bir başka çocuk, elindeki nesneyi kaldırarak.
Asa mı? Onlar büyücü mü?
Başka bir çocuk buza yaklaştı ve asasını kaldırdı. “Bu sefer sen sol tarafı al! Ben sağ tarafı alacağım!” diye bağırdı. Artık toplam beş çocuk, üzerlerinde yükselen buz parçasının etrafını sarmıştı. Pürüzlü, soğuk kütleye dikkatle baktım. Buzun içinde bir şey görebiliyordum ve içimde onu daha önce gördüğüme dair bir his vardı. Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa, bu…
Eski bir büyücünün yadigarı!
Elde edildi: Eski bir büyücü yadigârı!
Bu kolyeyi kuzeyde Winter buldu. Kadim büyücüler tarafından sıkça kullanılan bir eser. Çevresinde zehirli madde tespit edildiğinde renk değiştiriyor…
…buzdan çıkarılması sırasında etrafındaki tüm eserler yok edildi ve geriye sadece kolye kaldı. Bu eşyayı elde etmek, nadir olması nedeniyle, Winter’ın sevgi puanında bir artışa yol açar…
Eseri ele geçirmeyi başarırsam sevgi puanının ne kadar artacağını tam hatırlayamıyordum. Bu, diğer tüm eserlerin yok olmasına neden olan olaydı! Düşüncelerim çocuklardan birinin bağırmasıyla bölündü.
“Non perdanon fero thum!” diye seslendi domuz maskeli çocuk, garip bir dilde konuşuyordu. Asalarından lazer ışınına benzeyen beyaz bir ışık huzmesi fırladı. Işık buzla temas eder etmez büyük bir patlama meydana geldi. Çocuklar çığlık attı.
“Yoldan çekilin!” Hepsi kaçtı. Duman dağıldığında, sandığın yanındaki bir buz parçasının havaya uçtuğu görüldü.
“Vay canına, çocuklar, bakın! Köşesi dışarı çıkmış! Başardık!”
“Haklısın. Tekrar deneyelim, bu sefer birlikte!” Sizi aptallar! Eserlere yeni doğmuş bir bebek gibi özen gösterilmesi gerekir! Çocukların yersiz coşkusu beni dehşete düşürdü. Böyle devam ederlerse, buzu ve içindeki kutuyu yok edeceklerdi.
“Çocuklar!” Onlara doğru koşarak bağırdım.
“Norm perdanon…”
“Hey, dur!” Aceleyle başka bir büyü yapmaya hazırlanan çocuğun önüne geçerek “Dur!” dedim. “Ne yapıyorsun sen?”
Belki on ya da on bir yaşlarında görünüyorlardı. Birdenbire bir çift zeki küçük göz beni incelemeye başladı. Aslan maskeli çocuk minik asasını bana doğrulttu. “Ne oluyor ya? Siz kimsiniz hanımefendi?”
“Bana hanımefendi deme!” İtiraz ettim.
“Ama maskeniz soylu bir hanımefendinin yüzü gibi boyanmış!” diye bağırdı çocuk.
“Doğru! Bu korkunç bir soylu kadın yüzü!” diye bağırdı bir başka çocuk. Maskeyi boşuna taktığımı fark ettim.
Maskenin neden soylu bir kadına benzediğini söylüyorlar ki? Çocukların ne demek istediğini merak ettim. Sonra beyaz gülümseyen maskenin onlara muhtemelen soylu bir kadının beyaz makyajını hatırlattığını fark ettim.
“Öyle bir şey değil. Buraya misafir olarak geldim,” dedim kendimi sakinleşmeye ve bir yetişkin gibi açıklamaya zorlayarak. Sonra da “Siz kimsiniz?” diye sordum.
Çocuklardan biri, “Biz lonca ustasının öğrencileriyiz,” diye cevap verdi.
“Aptal! Bunu ona söyleyemezsin!” diye bağırdı bir diğeri.
“Ama misafirlerin buraya girmesine izin verilmiyor!”
“Doğru, misafirler buraya giremez! İçeri nasıl girdi?”
Çocukların hepsi birden konuşmaya başladı. Gerçek dünyada bile çocuklarla aram hiç iyi olmamıştı. Birbirlerine bağıran çocukları izlerken birden aklıma anaokulu günlerimden bir anı geldi.
“Çocuklar! Durun, durun! Herkes ellerini çırpsın!”
Çevirmen: Crescent