Finding Camellia - Bölüm 11
11.BÖLÜM
Veliaht prens Wade von Weiz reddedilmeyi hafif alamazdı.
Lia insanlara hayır diyemiyordu. Ayrıca prensi üzmenin babası üzerinde ciddi sonuçları olacağından endişeleniyordu. Uzun bir değerlendirmeden sonra Wade’in davetini kabul etmeye karar verdi.
Terzinin stüdyosundan çıktıklarında onları bekleyen iki atla karşılaştılar.
“Lius’u ben alacağım.” Dedi Claude.
Claude, bir kolunu beline sarıp onu obsidyen kadar siyah atına bindirdiğinde, Lia şaşkınlıkla ilki ata bakıyordu. Ona ata binmeyi öğreten Marki’ye şükrederek oturuşunu düzeltti.
Kollarını onun beline dolayan Claude kaşlarını çattı.
“Camellius’u ben yanıma alacaktım, Claude.” Dedi Wade. “Onu gerçekten benden alacak mısın?”
Claude’nin kollarına sarılı Lia’ya bakarken homurdanarak atına bindi.
“Sizden daha iyi bir biniciyim, majesteleri. Herkesin güvenliği için onu yanıma aldım.”
“Bir sonraki turnuvayı kazandığımda bu sözlerin için seni pişman edeceğim.”
“İyi şanslar.”
“Bu kadar şaka yeter, Claude.”
“O zaman gidelim mi, majesteleri?”
Claude konuşurken Lia’nın kafası kargaşa içindeydi. Beline sarılmış kolu için mi yoksa göğüsüne değen sırtı için mi endişelenmesi gerektiğini bilmiyordu.
Lord Claude alay mı ediyor yoksa nazik mi davranıyor anlayamıyorum.
“Gülümse, Lius.” Diye fısıldadı kulağına dört nala giderken. Ensesindeki tüyler diken diken oldu.
Gergin olduğumu anlayabiliyor mu?
“Pardon?”
“İnsanlar seni kaçırdığımı sanabilir.”
“Ö-özür dilerim lordum.”
Claude, onun kızarmış kulaklarını ve eğik başını gördüğünde güldü. Lia, Markinin çabucak dönmesi ve onu bu durumdan kurtarması için dua etti.
Ne yazık ki, umutları saraya vardıklarında paramparça oldu. İmparatorun hizmetçisi geldiklerini haber verince hepsi Büyük Salon’da yemeğe davet edildi, bu da geceyi sarayda geçirmeleri anlamına geliyordu.
“Lius, yüzünden düşen bin parça!” Wade büyük kahverengi atından inerken gülümsedi.
Lia, Claude’nin kollarından kurtuldu ve atından aşağı atladı.
“Memnuniyetsiz görünmek niyetinde değildim, majesteleri.” Dedi Lia başını eğerken. “İkiniz de abimin arkadaşı olduğunuz için gerginim sadece. Ayrıca bu benim saraya ilk defa gelişim.”
“Öyle mi?”
“Evet, majesteleri.” Derken kafasını düz bir suratla sallıyordu. “Sadece muhteşem arazileri görmek beni heyecanlandırdı.”
“Lius kesinlikle başkalarını nasıl memnun edeceğini biliyor.” Dedi Claude atından inip deri dizginleri hizmetçiye uzatırken isteksizce gülüyordu. Kafası karışan Lia, sırtı dönük olan Claude’ye doğru bakıyordu.
Ne garip biri. Bir an kibarken bir anda katı oluyor. Sadece duygularımı ezmek için beni heyecanlandırıyor.
Wade, ikisi arasındaki garip havayı sezdi ama omuzunu silkti.
“İyi” dedi Wade, Lia’yı yakınına çekerken. “Bana iltifat edenlere düşkünüm.”
Claude onu engellemek için elini uzattı. Güçlü kolu Lia’nın göğsüne çarptığı anda Lia acıdan kıvrıldı. Claude’nin alışılmadık davranışından rahatsız olan Wade, bağırdı. “İçine ne kaçtı senin?”
“Lütfen kendinizi kontrol edin, majesteleri.” Diye cevapladı Claude. Lia’ya dikkat etmiyor gibiydi. “Kont Cheringham’ın oğluyla olanlardan dersini almadın mı?”
“Beni cezbetmeye çalışmasının benim hatam olduğunu mu düşünüyorsun?”
“Sadece daha fazla yanlış anlaşılmaya yer vermenin gerek olmadığını söylüyorum. Ayrıca…”,
Claude’nin buz gibi bakışları Lia’ya değdi.
“Ayrıca Camellius Bale’in çok güzel olduğu bir gerçek.”
Lia, nefesini tuttu. İlk defa “güzel” kelimesi bu kadar rahatsız edici geliyordu. Sanki onunla alay ediyormuş gibi hissetti.
“İnsanlar konuşacaktır.”
İki erkek arasında skandal.
Niyetini anlayan Lia’nın suratı kıpkırmızı oldu. Wade dudak büktü ve omuzlarını silkti.
“Boş yere üzülüyormuşsun gibi görünüyor.” Dedi Wade saraya girerken kafasını sallıyordu. “İçine alma, Lius. Claude’nin garezi bana.”
Lia dondu kaldı.
Louver’de büyüdüğü için gurur kavramı ona yabancıydı. Bale olarak bile boyun eğmenin daha iyi olduğunu biliyordu. Sonuçta aç karnını doyuran ego değildi.
“Amacım kimseyi pohpohlamak değil, lordum.” Lia düz bir ifade ile konuşmaya başladı. “Ama başkalarına karşı düşünceli olmaya çalışıyorum.”
Önünde yürüyen Claude, duygusuz gözlerle ona baktı. Sanki onun söylediklerine katlanıyormuş gibi sadece çenesini hafifçe kaldırdı.
“İyilik yaparak hiçbir şey kazanmaya çalışmıyorum.” Diye karşılık verdi Lia. “Yol için teşekkür ederim, lordum ama daha fazla nezaketi reddedeceğim.”
Lia nezaketle eğildi ve gösterişli bir şekilde yanından geçti. Bakışlarını hissetse bile korkuya dair bir ifade göstermedi.
Dört yıl önceki gece yanağıma kar bastırdığında muhtemelen benimle dalga geçiyordu. Eli içi nasıl kar topladığımla alay etmek için. O benim saflığımla sadece alay ederken, onun niyetini anlamak için günler harcadığıma inanamıyorum.
Lia dudaklarını birbirine bastırdı ve onu kemerli yolda bekleyen Wade’e doğru dimdik yürüdü.
***
“Rosina’nın doğum günü partisi burada yapılacak.” Diye açıkladı Wade. “Özel bir gün olduğu için yeni mobilyalar sipariş ettim.”
Wade’in sesi, parlayan güneşin altında ışıldayan gül bahçelerinin tarihini anlatırken neşeliydi.
Bir uşak, kırmızı tentenin altında oturan üçlüye çay arabasıyla yaklaştı. İştah açısı sandviçleri, süslü kekleri ve bahçeden gelen ağız sulandırıcı meyveleri görünce Lia’nın gözleri fal taşı gibi açıldı.
“Bakmayı bırak da ye.”
Claude’nin azarlayan tonu Lia’nın kendine gelmesini sağladı.
Cevap verirken onunla göz teması kurmaktan kaçındı. “Aç değilim. Ayrıca yemekler yemek için çok güzel duruyorlar.”
“Corsor’dan ayrıldığından beri hiçbir şey yememiş olmalısın.” Dedi Wade. “Aç değil misin, Camellius?”
Bu ikili onun tabağına pasta dilimleri koyup sandviç dilimleri getirirken onu beslemeye hevesli görünüyorlardı.
“Sanırım bir tane yiyeceğim. Çok aç değilim.”
“Tattığın zaman fikrini değiştireceksin.”
“Bir tane o zaman.”
Wade’in ona verdiği sandviçlerden bir tanesini aldı.
Prens, Claude’nin ona sinir olduğunu söylemişti ancak Lia buna inanmadı. Lia oturduğundan beri Claude ona bakıyordu.
Yapabilseydim yüzüne bir yumruk indirirdim!
Sürekli onu izleyen gözlerin rahatsızlığıyla sandviçten bir ısırık aldı.
Kalın jambonun enfes tadı, çıtır sebzelerin tazeliği ve tatlı tereyağının dokusu, mayonez ve hardalın miktarıyla mükemmel bir şekilde eşleşiyordu.
Wade, Lia’nın şaşkınlıktan açılan gözlerine güldü.
“Sana demiştim. Şefimiz imparatorluğun en iyisidir.”
Lia, başını hızlıca sallayarak onayladı ve sandviçini birkaç lokmada bitirdi. Henüz reşit olmadığı için ona şarap yerine çay ikram edildi.
“Her nasılsa, görünüşe göre Rosina sonunda nişanlanıyor.”
Lia, dudaklarındaki sosu yalarken Wade’in hoşnutsuz sesine başını kaldırıp baktı. Claude kaşları çatık bir halde ona peçete uzattı ama Lia onu rahat bırakmasını umarak kucağındaki mendili kullandı.
“Ya sen Lius? Eşin ayarlandı mı?”
“Benim için çok erken,” soruya karşı utanarak cevapladı Lia. “Daha Kiearan bile nişanlanmadı.”
“Ah, daha duymadın demek ki.”
“Neyi?”
“Rosina, Kieran ile nişanlanıyor ve gelecek ay Rosina’nın doğum gününde nişanlandıklarını duyuracaklar. Bilmiyor muydun?”
“Ben…”
Geçen dört yıl içinde Markiz ayda bir malikaneye dönüp Lia’nın durumunu kontrol ettikten sonra hemen Kuzey’e Kieran’ın yanında dönerdi. Lia, Markizle yüz yüze konuşmak değil onu zar zor görüyordu.
Belki de oraya ait olmadığı için en başında bana söylemedi. Benim gibi bir sokak çocuğu kraliyetle sosyalleşmemeli.
Malikanedeki dört yıl içinde Lia yerini öğrendi— ki Akademi’ye gitmek için bu kadar çaresiz olmasının nedeni de buydu. Aristokrat bir dünyaya uyum sağlama konusunda hiçbir söz hakkı olmamasına rağmen, Akademiye yalnızca kendi çabalarıyla girebiliyordu.
Tabağına yeni bir sandviç konulduğunu fark etmeyecek kadar kendi düşüncelerine dalmıştı.
“Majesteleri, Leydi Bale Kuzey’de, yani belki de mektup Lius’a ulaşmamıştır.”
Yardımına koşan Claude’ye baktı. Sadece başını salladı ve sandviçleri işaret etti.
“Biraz daha almalısın. Bunları baya sevmiş gibisin.”
“Hayır, teşekkürler. Ben iyiyim.”
Claude, Lia kesin bir şekilde reddederken sırıttı.
“Hadi, Lius.” Dedi küstah bir ses tonuyla, hala sırıtıyordu.
“Tokum dedim, Lordum. Neden siz—”
“Sana bakınca acıkıyorum. Hadi.”
Claude, elini çenesine yasladı ve tabağı önüne itti.
Aklından ne geçiyor? Yoksa kafayı mı yedi?
Lia, gülümsemesini bastıramadı ve sandviçi alırken Claude’ye baktı.
“Peki. Kendimi sizin açlığınızı gidermeye adayacağım, lordum.” Diye mırıldandı Lia, sandviçi neredeyse meydan okuyarak ağzına tıkarken.
Claude kahkahalara boğuldu. Öne eğildi ve dudaklarındaki mayonezi baş parmağıyla sildi. Lia, dokunuşuyla dondu.
“Dört gözle bekliyorum.”
Parmağını yaladığını gördüğünde Lia bayılacakmış gibi hissetti.
“Görünüşe göre Camellius Bale sandığımdan daha sadıkmış.”
DEVAM EDECEK…
Bir sonraki bölüm 30 Haziran’da!
Çevirmen: Nekoneptun
Çn: Merhaba!! Geçen haftalarda yoğun bir final dönemi geçirdiğim için maalesef noveli çevirecek vaktim yoktu. Artık geri döndüm ve normal bölüm düzenimizde devam edeceğiz. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere ^^